Kırkların empati duygusunu sonuna kadar hissetmeleri mitolojinin ana konusudur. Aslında dünya kurulalı beri yaşanan onca haksızlığa karşı, yaratılan, işaret edilen, bir erkandır. Dünya nimetlerinin adil ve eşit şeklide paylaşılması meselesi, sosyologların, felsefecilerin kısaca bilim insanlarının üzerinde en çok konuştuğu, kafa yorduğu bir meseledir.
Mitoloji kısa bir tanımla, söylence bilim demektir. Söylenceler; halkın yarattığı efsaneler, masallardan, destanlardan, oluşur. Çağlar öncesinin insanları karşılaştıkları doğa olayları ve felaketler sonucunda, büyük bir korku ve kaygıya kapılmışlardır. Hayal güçleriyle de muazzam zenginlikte söylenceler üretmişlerdir. Çağlar öncesi desem de, mitolojik ögeler günümüzde de etkisini sürdürmektedir. Ancak konumuz bugünün miti değil eski zamanın mitidir.
Mitolojiler her zaman korku ve endişeden doğmazlar. Bazı durumlarda insana, yaratıcıya dair, beklentilerden, isteklerden doğar. Anlatacağımız kırklar mitolojisi, işte bu minval üzerine oluşmuş bir efsanedir. Başlayayım öyleyse;
Hazreti Muhammed, Mirac’a yani Tanrı katına çıkacağı gün, yoluna bir aslan çıkar. Aslan bırakmaz ki Peygamber gitsin. Hz. Muhammed, iyice zora düştüğü sırada gökten bir ses gelir; “parmağındaki yüzüğü aslanın ağzına ver” diye. Bu ses üzerine, Peygamber yüzüğü aslanın ağzına verir. Saldırgan bir halde kükreyen aslan sakinleşir, yoldan çekilir. Peygamber, yoluna devam eder, Mirac’a varır. Orada O’na süt, bal, elma verilir. Süt sevgiye, bal aşka, elma ise dostluğa işaret eder. Dönüşte evine giderken, bir dergaha rastlar. Dergahtan gelen sesleri merak eder, kapıyı vurur.
İçerden bir ses gelir “kim o” diye.
Hz. Muhammed; “Ben peygamberim, Allah’ın elçisiyim açın kapıyı” der.
Ses devam eder; “ Bize Peygamber gerekmez, sen git ümmetine söyle bunu”
Peygamber geri döner. Yukardan bir ses duyar; “ Kapıyı çal” der
Peygamber kapıyı tekrar çalar; aynı sözleri tekrarlar. Peygamber olduğunu söylediği için yine içeri alınmamış, reddolunmuştur. Bunun üzerine içeri girmekten yine vazgeçer, geri döner.
Gaipteki ses aynı sözü tekrarlar; “kapıyı çal yine” der. Kapıyı bir daha çalar Muhammed. Bu sefer; “yoksulların hizmetkarı, bir fakirim “ dediği için kapı açılır ardına kadar. Allah’ın hakkı üç diye boşuna dememişler. Kapının üçüncü çalmasında sihirli söz bulunmuştur. İçeri girer, kendisine açılan yere oturur. İçerdeki halka olmuş insan kalabalığından sonra gözüne ilk batan şey; bir yüzüktür. Mirac’a giderken aslanın ağzına verdiği yüzüğünü, Hz Ali’nin parmağında görmüştür. Meğer Hz. Ali, aslan kılığında Peygamberin karşısına çıkmıştır.
Peygamber kendini tanıtarak dergaha girdi ya. Sıra Peygamberin ahaliyi tanımasına gelmiştir. Sorar; “kimsiniz, büyüğünüz küçüğünüz kimdir.”(yetkiliyi soruyor!) Dergâhtakiler “ Bize kırklar derler, küçüğümüz büyüğümüz yoktur, kırkımız birimiz için, birimiz kırkımız içindir.”
Peygamber “ Burada 39 kişi görüyorum. Diğeriniz nerede. “
Kırklar; “O Selman’dır. Dışarı ekmek almaya gitti.”
İçerde 17 kadın 22 erkek vardır. Selman daha sonra gelecektir.
Peygamber; “nasıl kırkınız bir, biriniz kırk olur” der. Şaşırır anlamaya çalışır.
Hz Ali; “ söze ne hacet” diyerek, eline bir bıçak alır, kolunu açar ufaktan keser. Kestiği yerden kan akar. Aynı anda diğer cemaatin hepsinin aynı uzvundan kanı akar. Dışarda olan Selman’nın kanı da çatıdan içeri damlar. Empatinin en güzel anlatımıdır belki de bu söylence.
Derler ki; bir rivayete göre, kırkların hepsi bir kaşıktan doyardı. Sözü edilen kaşık ise bir tane ve çok büyüktür. Eline alan, ancak karşısındakine yedirebilir. Kendi yiyemez. Çünkü kaşığın sapı vardır belki iki metre. Yiyecek olanın, kolu uzanamaz ağıza lokmayı koymaya. Mecbur o başkasını doyuracaktır, başkası onu.
Selman dışardan bir ekmek ve üzüm tanesi ile gelir (gele gele bir ekmek ve üzümle gelmiş fakir!). Hz. Muhammed’e verir.
“al bunu kırkımıza paylaştır der”
Peygamber, bir üzümü kırk kişiye nasıl paylaştırayım der. Hepi topu bir üzüm. Söylence bu ya ! İster inan ister inanma. Gökten yine akıllı sözler dökülür; “üzümü kapta ez, biraz su kat” (şarap tarifi mübarek:)
Peygamber, denileni yapar, kırk abdal bir sudan içer. Daha sonra, kadınlı erkekli semah dönerler. Muhammed’de onlara uyar semah döner. O sırada sarığı düşer. Kırklar sarığı kırk parçaya böler, bellerine bağlarlar. Bir parçası da kırk birinci kişide yani Hz. Muhammed’de kalır. Semah kaldığı yerden devam eder. Mitolojik hikayemiz burada biter.
İşbu söylencenin değişik şekilde anlatımları çoktur. Öyle ki kırklar mitolojisinin yazılı kültürde kırktan fazla yorumu vardır. Sözlü kültürde ise çok daha fazla. Kırk rakamı halk arasında çok yaygın kullanılan bir sayıdır. Hz. Muhammed kırk yaşında peygamber olmuştur. Büyük tufan kırk gün sürmüştür. Yunus Emre Tapduk Emre’nin dergahında kırk yıl eğitim almıştır. Yine ” Kırk bir kere maşallah, acı kahvenin kırk yıl hatırı vardır, kırk yılın başı, kırk yılda bir, kırkı çıkmak…” diye bir çok deyimler vardır. Bazı kaynaklarda kırk rakamının “kırklar ceminden” geldiği söylenir.
Kırklar destanının özü, Aleviliğin değişik kollardaki düşünce sistemine dayanır. Bunlardan biri Melamilik felsefesi olup sadeliği, ve alçakgönüllü olmayı öğütler.
Kırkların empati duygusunu sonuna kadar hissetmeleri mitolojinin ana konusudur. Aslında dünya kurulalı beri yaşanan onca haksızlığa karşı, yaratılan, işaret edilen, bir erkandır. Dünya nimetlerinin adil ve eşit şeklide paylaşılması meselesi, sosyologların, felsefecilerin kısaca bilim insanlarının üzerinde en çok konuştuğu, kafa yorduğu bir meseledir.
Yunus Emre’nin;
“ne sayarsan kendine ayruğa da onu say,
dört kitabın manası budur eğer sorarsan”
dizeleri kırklar efsanesinin başka bir versiyonudur.
Sokrates; “kendinize iyi bakın, kendinizi tanıyın” derken önemli bir konuya parmak basar. Büyük felsefecinin bu cümleyle, kibirlenmeyin, hatalarınızı kabul edin, kendinize bakmayı bilin, büyüklenmeyin iması, kırklar miti ile örtüşür. Peygamberin kapıdan kovulması, büyüklenmesi sebebiyledir. Mitolojik hikayeler içeriğinde olağandışı anlatıları taşımakla, beraber bir çok gerçeğe dikkat çekmiştir. Bir diğer yönüyle de kültürel birikim sağlamıştır. Daha güzel bir Dünyanın özlemi, önce mitolojik, sonra felsefi olarak işlenmiştir. Edebiyat da üzerine düşeni yapmıştır kuşkusuz. Örneğin Sait Faik; bir şiirinde “Dünyayı güzellik kurtaracak, bir insanı sevmekle başlayacak her şey” diyecek. Mevlana da sevgisizliğe dayandıracaktır açlığı, adaletsizliği. Ancak Marks’ın öğretisinde, sorunları çözmeye, kuru kuru temennide bulunmanın, sevgi dilemenin, Tanrı’ya yalvarmanın yetmeyeceği, bilimsel yaklaşımlara gerek olduğu anlatılacak. Büyük “Kapital” le sömürüsüz bir dünya kurulmasının teorileri yazılacaktır.
İşte; Kırklar cemi hikayesini kısmen de olsa ilkel komünal topluma benzetebiliriz. Ortak paylaşımın olduğu, herkesin eşit muamele gördüğü... Bu anlamıyla şunu rahatlıkla söyleyebiliriz, Kırklar Cemi söylencesi, yalnız Alevi toplumuna ait değil, tüm insanlığa ait bir söylencedir.
Kuşkusuz, yaşanılası bir yeryüzü için arayışlar devam etmektedir. Çernişevski ‘nin “Nasıl Yapmalı” romanında; iyi insan, yeni insan tipinin ne olması gerektiği tartışılır. İyi insan olmak en önemli unsurdur. İyilik acıma dolayısıyla değil, insanlık görevi için yapılmalıdır. Kapitalizmin yabancılaştırdığı insanlara karşılık, güzel ve iyi insanlar geleceğe hakim olacaktır. Uygarlık hep daha iyiye doğru asli görevini yürütmeye kararlı olmaya devam edecektir. Bu amaçla; düşünce de, eylem de yerinde durmayacak, durdurulamayacaktır! Yaşadığımız şu pandemi günlerinde bu harekete her zamankinden çok ihtiyaç vardır.
İşte kırklar bize bunu ima eder. Üstünlük kimliği yerine; mütevazi kimliği, üzüm suyundan hep beraber içmekle; paylaşımı, aynı yarayı hissetmekle; empatiyi. Deyişlerin derinliğinde söylenmedik söz kalmaz. Ve söylencenin sonu semahla noktalanır. Ne ilginçtir ki ! Binlerce yıl öncesinden bu yana , bir ritüel olarak yaşıyor kırklar cemi efsanesi. Hem de tüm coşkusu ve görkemiyle. Sazların coşkusu, türkülerin ezgisiyle dönerler, kadın erkek hep birlikte.
Antik Yunanlıların şarap Tanrısı Diyonizos, kırklar cemini bilse ne derdi acaba…
KIRKLAR DEYİŞİ
Nokta idim bir bedende var oldum
Özüm nara düştü, yandım kavruldum
Demde mayalandım, közde yoğruldum
Hiçlik aleminden mest olup geldim
Salman’ın elinde, şerbet ezildim
Erenler Cem’inde, kırk pay süzüldüm
Serçeşme’de bir deftere yazıldım
Üryan Büryan olup, Kemerbest geldim
Kırkımız birimiz, birimiz kırktır
Ehli Hak akarız, sırrımız Haktır
Gürufu Naci’den farkımız yoktur
Hakikat Ehline, dost olup geldim
O Dost ayna bana, tuttum yüzüme
Dost Yusuf göründü, kendi gözüme
Cihan Server’ini kattım özüme
Elestü Bezm’inde Dest alıp geldim
(Til Tengi’den dinlenilmesi tavsiye olunur.)
Yazarın Dİğer Yazıları
Tanrıça Demeter ve Akbelen
6 Ağustos 2023Örgütlü Mücadelenin Gücü
23 Mart 2023Göçebe toplumlardan bugüne Göçler
4 Mart 2023Deprem!
19 Şubat 2023Serol Teber
25 Ocak 2023Mahsa Amini ve Mücadeleci tüm kadınlara
9 Ekim 2022Spartaküs ve Zenci İSyanı
27 Mayıs 2022Rıza Şehri
29 Nisan 2022Baharın Mitosları
28 Mart 2022cam tavan etkisi
3 Mart 2022Mitoloji öğretiyor
23 Şubat 2022Yunus Emre
31 Ekim 2021Halide Edip Adıvar
8 Ağustos 2021Özgürlük (2)
17 Temmuz 2021Özgürlük -1
29 Haziran 2021Yalnızlık ve halleri
16 Haziran 2021Zabel Yeseyan
3 Haziran 2021Osmanlı'dan Cumhuriyet'e Kadın Dergileri
16 Mayıs 2021Osmanlı'dan Cumhuriyet'e kadın Dernekleri
27 Nisan 2021Bacıyan-ı Rum: Anadolu Kadınlar Birliği
11 Nisan 2021