'İşsizlik her daim korkulu rüyası olmuştur insanlığın, oysa çaresi çok kolaydır. Esas neden tabiat ananın bolca sunduğu nimetlerin hakça paylaşılmamasıdır. Yoksulluksa, bu belanın ikiz kardeşidir.'
“«Babam neden kapattı dükkanını?
Ve fabrika benzemiyor babamın dükkanına»
diye düşündü
16 yaşında.
«Gündeliğim artar mı?» diye düşündü
20 yaşında.
«Babam ellisinde öldü,
ben de böyle tez mi öleceğim?»
diye düşündü
21 yaşındayken.
«İşsiz kalırsam«diye düşündü
22 yaşında. «İşsiz kalırsam» diye düşündü
23 yaşında. «işsiz kalırsam» diye düşündü
24 yaşında.
Ve zaman zaman işsiz kalarak
«İşsiz kalırsam» diye düşündü
50 yaşına kadar.
51 yaşında «İhtiyarladım.» dedi
«babamdan bir yıl fazla yaşadım.»
Şimdi 52 yaşındadır.
İşsizdir.”
İşsizlik; kanayan derin bir yara, iyileşemeyen hastalık, şifa bulamayan dert. Baksanıza Nazım usta yetmiş yıl öncesinden, nasıl da bugünü anlatır gibi yazmış … 'İşsizlik her daim korkulu rüyası olmuştur insanlığın, oysa çaresi çok kolaydır. Esas neden tabiat ananın bolca sunduğu nimetlerin hakça paylaşılmamasıdır. Yoksulluksa, bu belanın ikiz kardeşidir.'
Sanmayın sakın işsizlik bu yüzyılın sorunu. O geçmiş yüzyılların da iflah olmaz derdidir. Sadece ülkemizin değil tüm Dünyamızın. İşsizlik eski zamanlarda, şimdiki kadar görünür değildi. Toprak gizliyordu avarenin halini. Ama yoksulluk ve açlık, dünyanın birçok yerinde çok canlar yakmıştı. Bu yüzden tarihte açlığa karşı nice nice isyanlar yaşanmıştır. Baba İlyas İsyanı, Celali İsyanları, Şeyh Bedrettin İsyanı, Pir Sultan Abdal İsyanı… Bu başkaldırılar topraklarımızda yaşanan isyanlardan sadece bir kaçıdır. Prof. Mustafa Akdağ; Celali İsyanları “isimli kitabında öğrenci ayaklanmalarından bahseder. 16.yüzyılda Kanuni döneminde medrese öğrencilerinin isyanlarını uzun uzun anlatır. Medresede eğitim gören öğrenciler işsiz kaldıkları için Osmanlıya karşı ayaklanmışlardır. Zamanla bu ayaklanmaya halk da katılmış ve hareket Anadolu’da iç savaşa dönüşmüştür. Bu bilgiler sizlere tanıdık geliyor mu sayın okuyucular? Gezi eylemi de yoksulluğa, işsizliğe, baskıya ve zulme karşı çıkmış öğrenci ağırlıklı halk hareketi değil miydi?
Kazasker, bilgin, filozof Şeyh Bedrettin hareketi de gençlerimizin bilmesi gereken tarihi bir olaydır.
•Aydın’ın Ortaklar ilçesinde 1415 yılında halk ayaklanması gerçekleşir. Ürettiklerinin tamamını vergi memuruna vermek zorunda kalan köylü tepki gösterir. Yoksulluktan bitap düşmüşlerdir. Öyle ki; açlıktan at ölüleri, fare yemişlerdir. Köylüler bu duruma tepki göstererek buğday hasatlarını Osmanlı’ya vermezler. Ürettiklerini kendi aralarında, hakça, adilce paylaşırlar. Ortaklar halkı bir süre için refah ve bolluk bereket içinde yaşar. Bugün Aydın’ın bu ilçesinin
“Ortaklar” olarak geçmesi o zamanlardan kalmadır. Ortak üretip ortak tüketmeleri nedeniyledir. Maalesef bu güzel düzen çok sürmez. Osmanlı askeri halkın üzerine saldırır. Lideri Şeyh Bedrettin’i yakalar. Yargılanmak üzere kadıların karşısına çıkan Şeyh Bedrettin Der ki;
Gök kimin?
Kadılar cevap verir “Allah’ın“
Yer kimin?
Kadılar der “Allah’ın”
Bu ağaçlar, dereler, toprak, ekin kimin?
Kadılar söyler “Allahın”
“Öyleyse niye bizden bütün bunları alıyorsunuz, ektiğimize biçtiğimize sahip çıkıyorsunuz. Mülk Allah’ın emek bizimse ,tüketmek bizim hakkımız değil mi?” Verilen cevap idam kararı olmuştur. O zamanın düzmece mahkemesi pekala bilir Şeyh Bedrettin’in haklı ve suçsuz olduğunu. Lakin işlerine gelmez adaletli karar vermeleri. Sömürünün devam etmesi için katli vaciptir büyük Şeyhin.
Şeyh Bedrettin, darağacına gider
ama efsane olur çağlar boyu dillerde . Şiirlenir Nazım Hikmet’le.
Hep bir ağızdan türkü söyleyip
hep beraber sulardan çekmek ağı,
demiri oya gibi işleyip hep beraber,
hep beraber sürebilmek toprağı,
ballı incirleri hep beraber yiyebilmek,
yârin yanağından gayri her şeyde
her yerde
hep beraber!
diyebilmek
için
on binler verdi sekiz binini..
Yenildiler.
Şeyh Bedrettin’in idam edilmesi ise şöyle ağıtlanır:
Yağmur çiseliyor,
korkarak
yavaş sesle
bir ihanet konuşması gibi.
Yağmur çiseliyor,
beyaz ve çıplak mürtet ayaklarının
ıslak ve karanlık toprağın üstünde koşması gibi.
Yağmur çiseliyor.
Serez’in esnaf çarşısında,
bir bakırcı dükkânının karşısında
Bedreddin’im bir ağaca asılı.
Yağmur çiseliyor.
Gecenin geç ve yıldızsız bir saatidir.
Ve yağmurda ıslanan
yapraksız bir dalda sallanan Şeyhimin
çırılçıplak etidir.
Yağmur çiseliyor.
Serez çarşısı dilsiz,
Serez çarşısı kör.
Havada konuşmamanın, görmemenin kahrolası hüznü
Ve Serez çarşısı kapatmış elleriyle yüzünü.
1400’lü yıllarda yaşanan bu acı hikaye, üzülerek söylüyorum ki, gelecekte var olacak gençlerin de başına gelecektir. Çünkü, ileriki yıllarda yaşanacak yoksulluk acısı kendini bugünkünden daha fazla hissettirecektir. Kentleşmenin artması ile köylerden gelen gıdaların gelmesi son bulacak, beslenme sorunu dağ gibi büyüyecektir. Ülkemizde milyonlarca üniversite mezununun yüzde 42’si uzun süre iş bulamıyor. Bir yıl içinde iş bulanların oranı ise, yüzde on seviyelerinde.
Şair Hasan Hüseyin Korkmazgil’in dediği gibi;
Eti geçti, duydun mu?
Bıçak kemikte.
İşsizlik çığ gibi büyümektedir. Her yıl üniversitelerden mezun olan milyonlarca genç insanın, umutları dahi ellerinden alınmıştır. Bu kitlenin dörtte biri işsizdir. Ses verelim şimdi üniversite mezunu Onur’a;
“Mühendislik hatırı sayılır bir meslekti, abim inşaat kalfası olduğu için ben de inşaat mühendisi olmak istedim. Yalnız istemekle olmuyordu. Çok çalışmam ve çok da para harcamam gerekiyordu. Ben de para ne gezer, öğrenciyim sonuçta. Neyse ki abim imdadıma yetişti. Dershane paramı, kitap paramı, yol paramı hepsini karşıladı. Ben de elimden geleni yapıyordum. Üniversite imtihanından önceki bir yıl, bana ölü bir sene gibi geldi. Okul, dershane, ev üçgeninde dolap beygiri gibi dönüyordum. Problem çözmekten, paragraf okumaktan bitap düşmüştüm. Artık nereye baksam test soruları ve cevap şıklarını görüyordum. Rüyamda imtihanı kaçırma kabusuna yakalanıyordum. Öyle böyle derken; o gün geldi sınava girdim ve sınavı kazandım. Okuyacağım üniversiteyi bitireceğim, büyük inşaat firmalarında iyi bir maaşla mesleğimi icra edecektim. Okulunu bitirince ne olacaksın diyenlere, alnımı gere gere “inşaat mühendisi” olacağım diyordum. Dört yıl çabuk geçti, iyi bir derece ile mezun oldum. Sıra abime ve anneme olan vaatlerimi yerine getirmekti. Fakat heyhat! Çaldığım tüm kapılardan eli boş dönüyordum. Tecrübesizsin deyip beni başlarından savıyorlardı. Ne olmuştu hayallerime. Onca yıl bana hep umut mu satmışlardı. Lise ve üniversite yıllarımda binlerce lira para harcanmış, ama şimdi üç bin lira asgari ücretle iş bulamaz olmuş. takım elbiseli, beyaz gömlekli, kravatlı mühendislikten “ne iş olsa yaparım abi” ye düşmüştüm. Baktım olacak gibi değil, iki senedir iş bulamıyorum, iş alanımı değiştirdim. Garsonluğa başladım. Anneme, abime, çevreme mahcubiyetim ise içimde bir yara olarak kaldı.“
Şair Orhan Seyfi Orhon’un dediği gibi.
“Dünya döndükçe
Umut fakirin ekmeği
Ye Memet ye
Ye Memet ye! …”
İşsizlik aslında, patronun işine gelen bir olgudur. Çalıştırdığı bir işçiye karşılık, dışarda bir başka işsizin beklediğini bilmesi; daha az ücret vermesine fırsat verecektir. İşveren; işsizlik oranına ah vah çekme pozundayken, gerçekte karını artıran bu duruma sevinecektir. Oysa eşit paylaşım olsa, öğretmeni, doktoru, hemşiresi, avukatı, savcısı, mühendisi bol memlekette, sağlık ve eğitime paralı ve ulaşılmaz olmayacak. Bolluk içinde yüzen güzel yurdumda Nazım’ın dediği gibi yalanlar cirit atmayacaktır.
Ve insanlar,
ah, benim insanlarım,
yalanla besliyorlar sizi, halbuki açsınız, etle, ekmekle beslenmeye muhtaçsınız.
Ve beyaz bir sofrada bir kere bile yemek yemeden doyasıya,
göçüp gidersiniz bu her dalı yemiş dolu dünyadan.
Gelin şimdi Nurten arkadaşımızın sesine kulak verelim; “Çok güzel resim yapardım ilkokuldayken. Öğretmenim yaptığım resimleri tahtaya asar diğer sınıflara gösterirdi. Hatta bir keresinde; okulda resim yarışması olmuştu da ben birinci olmuştum. Liseye gelince resim derslerimiz azaldı. Yerine; matematik, fizik, kimyaya ağırlık verildi. Resim karın doyurmuyordu madem, ben de o zaman başka meslek seçeyim dedim kendi kendime. Bıraktım fırçaları, boyaları ve de hayallerimi; çöktüm test kitaplarının başına. Yıllar yılı emek verdim avukat olmak için. Doğduğum yerden, doymayı umut ettiğim yere taşındım. Nihayet avukat oldum. Şimdi iş arıyorum. KPS’ye girdim; benim kadar başarılı olmayanların işe girdiğini gördüm. Torpilim yok ki iş bulayım. Bir seneden fazladır boştayım. Ailem yanımda olmadığı için yalnız yaşıyorum. Onların yardımı ile ihtiyaçlarımı karşılıyorum. Her sabah yavan bir kahvaltı yapıyor, akbilim biter korkusuyla iş aramaya gidiyorum. Bir arkadaşımla dışarıda çay içecek param yok. AVM’lere gitmiyorum. Gitsem ne olacak bir çorap bile alamadıktan sonra. Kendimi işe yaramaz, değersiz, yalnız hissediyorum. Geceleri çoğu kez ağlıyorum. Ümitlerim tükeniyor. Bu dünyada yaşamanın bedeli bu kadar ağır olmamalı.
Yaşamak ki senin En doğal hakkın bebek
Gün gelir bir gün suç olur, Suç olur ki büyük.
Hasan Hüseyin Korkmazgil’in dediği gibi gençlik mutsuz, gençlik umutsuz, derin bir girdap içinde. Öyle ki şarkılara konu olmuş karanlık halleri. Dolu Kadehi Ters Tut Müzik grubunun “karanlık” isimli albümünde, gençlik bakın nasıl sitemde bulunuyor yaşama …
Ey protest halkım!
Bana ne yaptın?
İçinizden hiçbirinize ait hissedemiyorum
Davanıza davam diyemiyorum
Bilemiyorum, sorun bende mi? Ne yapsam kendimi?
Anlatsam derdimi
Her yer karanlık. Yarından umudum yok
Aslında sorum çok ve cevaplar sayfalar dolusu önümde
Ne kadar görmek istesem de gözümle
Her yer karanlık… Her yer karanlık
Hiç ışık yok
Ne yaptıysam olmadı, hep haksızdım
Söylemlerim pek çokları için tatsızdı
Arkamda Titanlar olsa da fark etmez
Onların gözünde ben hep dayanaksızdım
Konuştukça gözlerinde düşüyorum
N’olur ört üstümü anne, çok üşüyorum
Delirtiyor beni insanların gamsızlığı
Ne olacak da bitecek bu yalnızlığım?
Her yer karanlık. Yarından umudum yok
Aslında sorum çok ve cevaplar sayfalar dolusu önümde
Ne kadar görmek istesem de gözümle
Her yer karanlık… Her yer karanlık
Hiç ışık yok
Her tepenin bir düzlüğü, her inişin bir çıkışı, her karanlığın bir aydınlığı vardır. Yoksa dünya nasıl dönerdi. Dünyanın treni 1917'ye geldiğinde; işsizlik sorunu büyük ölçüde giderilmişti. Ancak; tren yeni yola çıktığı için menzile henüz ulaşamadı. İnsanlık şüphesiz iyi ve aydınlık günlere gebedir. Yeter ki gençler biz demeyi ve örgütlenmeyi bilsin.
Yazarın Dİğer Yazıları
Tanrıça Demeter ve Akbelen
6 Ağustos 2023Örgütlü Mücadelenin Gücü
23 Mart 2023Göçebe toplumlardan bugüne Göçler
4 Mart 2023Deprem!
19 Şubat 2023Serol Teber
25 Ocak 2023Mahsa Amini ve Mücadeleci tüm kadınlara
9 Ekim 2022Spartaküs ve Zenci İSyanı
27 Mayıs 2022Rıza Şehri
29 Nisan 2022Baharın Mitosları
28 Mart 2022cam tavan etkisi
3 Mart 2022Mitoloji öğretiyor
23 Şubat 2022Yunus Emre
31 Ekim 2021Halide Edip Adıvar
8 Ağustos 2021Özgürlük (2)
17 Temmuz 2021Özgürlük -1
29 Haziran 2021Yalnızlık ve halleri
16 Haziran 2021Zabel Yeseyan
3 Haziran 2021Osmanlı'dan Cumhuriyet'e Kadın Dergileri
16 Mayıs 2021Osmanlı'dan Cumhuriyet'e kadın Dernekleri
27 Nisan 2021Bacıyan-ı Rum: Anadolu Kadınlar Birliği
11 Nisan 2021