Bazıları için bu kadar zor olmasa keşke hayat. Yakılarak, satırlanarak, betona gömülerek, makasla boğazı delinerek, pompalı tüfekle, bıçakla ve bilumum aletlerle katledilerek yaşamları ellerinden alınan ve bugün sadece kadın cinayetleri zincirine eklenen bir sayı olarak anımsanan tüm kız kardeşlerimin anısına…
Aklından olmadık kötülükleri geçirse de kimse hakkında art niyetli olduğunu bir Allah’ın kulu görmemişti. O da biliyordu, bu seferki çok farklıydı, çok kırılmıştı hatta paramparça olmuştu. Kapının önünde bir süre durdu, olmadık bedduaları etti. Ne kadar beddua okusa da bir şey olmamış gibi yine içeri gireceğinden adı gibi emindi.
İçeride onu bekleyen sevgisiz adam da çok iyi biliyordu, kendinden nefret ettiğini. Oysa yüreğinin olmadık yerindeki bir parça merhameti her seferinde dışarıya çıkarmak istese de kalbindeki nefret ağır basıyordu ve yine nefreti öne çıkardı "Nerede kaldın Allah’ın belası" diye bağırdı. Hayat acı da olsa, merhamet galip gelecek…
İnsan bilmiyor neyi istediğini. İyilik ister, kötülük yapar. Bu adam da böyleydi ve böyle devam etti, ta ki o olaya kadar.
Kadın üstündeki ceketi masanın yanında duran, rengi solmuş, boyaları yer yer çatlamış olan ahşap sandalyenin üzerine bırakırken, zihninde durmaksızın dönmekte olan Waughan Williams’ın “Yükselen Tarla Kuşu Senfonisi’nin” ezgileri, adamın evi çınlatan bağırışlarının ona ulaşmasına izin vermiyordu. Yerdeki kirli çorapları topladı, kanepenin üzerindeki muz kabuklarını aldı, güneşin içeri girmesine izin vermeyen kalın perdeleri araladı. Adam durmaksızın konuşuyor ve bağırıyordu ama nafileydi. Çünkü kadın bir makine gibi zihnindeki ezgilerle senkronize şekilde ortalığı toplamaya devam ediyordu.
Birden; 1.80 uzunluğunda, sigaradan nefesi kokan adamın, kocaman kıllı ellerini, boğazında buldu. “beni duymuyor musun sen” diye çılgın gibi bağıran, gözlerinin mavisi öfkeden beyazlarına karışmış, adamın buz gibi keskin bakışları, nefes almakta zorlanan kadının gözleri ile birleştiğinde, kadının zihnindeki tarla kuşu havalandı. Gözlerinde ne bir çırpınış, ne de bir yalvarış ifadesi vardı. Aksine, akşam üzeri gün batımını izlemenin esrikliğindeki sevgi dolu bakışlar…
Adam birden ellerini çekti kadının boğazından; kadın olduğu yere devrildi ve kesik kesik öksürdü uzun süre. O dev gibi adam, içi boşalmış bir çuval gibi kendini yere bıraktı. Yerde cenin pozisyonunda kıvrılmış, küçücük bir çocuk gibi ağlamaktaydı. Kadın yavaş hareketlerle ayağa kalktı, ağır adımlarla mutfağa gitti. Bir bardak su aldı. Yavaş yavaş içti. Mutfağın tezgâhına dayandı. Yükselerek yukarı çıkmakta olan tarla kuşunu takip edercesine, boyaları dökülmüş mutfak tavanına baktı. Sonra hızlı adımlarla salona yöneldi. Adam hala bıraktığı yerde kıvrılmış ağlamaktaydı. Sert bir şekilde adamın kollarını çözdü önce. Sonra kollarını çekti ve onu doğrulttu. Gözlerinin içine keskin bir ifade ile bakarak. "Nerede, neyi kaybettik" dedi. Adam şaşırmıştı, “Deli misin sen” dedi. “Sana soruyorum” dedi kadın. “nerede, neyi ve ne zaman kaybettik?” Adam titremeye başlamıştı. Hıçkırarak ağlıyordu, "Seni çok seviyorum dediğini" duydu adamın. Adam kafasını şimdi, kadının kucağına gömmüştü.
"Bilmiyorum…" dediğini duydu. O koca adam tıpkı bir çocuk gibi çaresizce kucağında yatmaktaydı. Kadın kanepenin üzerinde duran sigara paketine uzandı ve “bilmediğimizi sandığımız şeyler aslında en iyi bildiklerimizdir, kendimizle yüzleşmedikçe özgürleşemeyiz" dedi.
Sigarasından uzun bir nefes çekti, kucağında yatmakta olan adam hızla kalktı ve “sen çok değiştin” dedi kadına.
Kadın dumanı yüzüne üfledi, “bak hala dumanı yüzüne üflüyorum ama“ dedi ve bir kahkaha patlattı. Adam o gülümse ile 20 yıl öncesine gitti. Ayçiçek tarlasındaki o günü anımsadı. Kadın ile nefeslerinin buluştuğu o ilk öpücüğü. Kadının dudaklarına yapışmak istedi, 20 yıl önceki o arzu ile ama yapamadı…
Uzun süredir, yapmak istediği ama yapamadığı şeyler arasında gidip gelmekte olan adam gene yapmak istediği bir şeyi yapamamanın öfkesi ile hiddetlendi. “Sana çok değiştiğini söylüyorum, sense…”
45 yaşlarındaki adam edebiyat öğretmeniydi, okulundan haksız nedenlerle atılmasından ötürü bunalıma girmiş, yıllarca öğretmenlik yapmış olmanın ve şimdi yapamayacak olmanın boşluğu ile hiçbir işe el atmamıştı. Son 5 yılını sigara içerek ve hayat karşısındaki mağlubiyetinin öfkesini kadından çıkarak geçirmişti. Tüm bunları bilen kadın, kendisine “sen çok değiştin” diyen adama vereceği cevabın ne olduğunu bilmesine rağmen, işe yaramayacağını biliyordu.
Kanepeden kalktı ve “bana bir şiir okusana” dedi. Adam şaşırdı. Birden öğrencileri ile yaptığı şiir atölyelerini anımsadı. Gür sesi ile okuduğu şiirleri… Nasıl da etkilerdi herkesi. Çalışmadığı yerden soru sorulmuştu sanki. Afalladı, belleğini yokladı. “Şiir mi dedi” Ve gene hiddetlendi “dalga mı geçiyorsun benimle sen”
Kadının zihninde çalmakta olan viyolonselin bir teli attı ve tarla kuşu senfonisi sustu. "Şiir ya... şiir okumanı istiyorum" dedi. Sesi hızla yükseliyordu. Salonun kösesindeki kitaplığa yöneldi, rastgele aldığı kitapları yere fırlattı, bir kaçının sayfalarını yırttı.
"Şiir okumanı istiyorum. Hayatımızda olan şeyleri çaldığın için, daha önce yaptığın şeyleri yapmayıp yerine hep daha kötülerini koyduğun için şiirlerle tekrar inşa edesin istiyorum, boğazımı sıktın ya az evvel, işte o an beni öldürmeni nasıl diledimse şimdi de şiir okumanı istiyorum... kaybettiğim adamı belki o mısralar tekrar bana getirir diye düşünüp şiir okumanı istiyorum... bu yırtığım sayfalarla son yıllarda oluşmuş olan yeni seni belki yırtarım diye... bütün her şeyi yıkıp seni tekrar bulmak istiyorum. İçindeki öfkeni şırınga ile çekmek ve hala içinde olduğunu bildiğim o sevgiye tekrar ulaşmak istiyorum... Lanet olsun… Lanet, lanet olsun... seni tanıdığım o güne lanet okumak istiyorum. Sonra... sonra yaşadığımız milyonlarca güzel anı geliyor aklıma. Bu eve her gelişimde sürükleyerek girdiğim bacaklarımı kesip, yerine sana koşan yeni bacaklar takmak istiyorum. Değiştim öyle mi, ben değiştim. Sürekli hakaretlerinle yıkanan, seni hayatta tutmak için elinden geleni yaptığı halde günbegün öfkenle yıkanan ben değiştim ha. Al işte bak bir sayfa daha gitti, bak bir tane daha, bir tane, bir tane, bir tane daha…"
Kadın yere yığılmıştı. Boş gözlerle tavana bakıyor ve durmaksızın ”değiştim... değiştim, değiştim... ben değiştim ha... ben değiştim" diye mırıldanıyordu.
Adam bir heykel gibi kımıldamadan duruyordu salonun ortasında. Hızla çarpan kalbinin sesini dinledi bir süre. Sonra, kütüphaneye doğru yöneldi. En sevdiği şair Didem Madak’ın kitabı hala raftaki yerindeydi, kitabın tozlu sayfalarından rastgele bir şiir seçti.
Güçlü bir el silkeledi beni sonra
Sanırım Tanrı’nın eliydi.
Sayamadım kaç ah döküldü dallarımdan.
Binlerce yeşil gözü olan bir zeytin ağacı gibi,
Çok şey görmüşüm gibi,
Ve çok şey geçmiş gibi başımdan,
Ah... Dedim sonra. Ah!...
Ne çok dikeni vardı Ahlat ağacının tanrım,
Ulaşılamazdı,
Sen sarılmak istesen ona,
O sana sarılmazdı.
Ne çok dikenin vardı Tanrım!
Ne çok isterdim,
Sana sarılamazdım.
Ve şöyle derdim o zaman: Ah!
Ahlat ahların ağacıydı,
Yaşlanmaya başlayanların,
İtiraf edilememiş aşkların,
Evde kalmış kızların.
Ahlat ahların ağacıydı,
Cezayir nasıl cezaların ülkesiyse,
Öyleydi işte.
Ve etimoloji Eti’lerden kalma
Bir zaman birimiydi yanılmıyorsam.
Ve yanılmıyorsam yalnız insanların,
Kahvaltı edip ağladıkları pazar sabahları yokmuş o zaman.
Mesela o zamanlar
Mutsuz olduğunda insanlar,
Yok, olurmuş bazı dakikalar.
Vasiyetimdir:
Dalgınlığınıza gelmek istiyorum
Ve kaybolmak o dalgınlıkta.
Adam kitabı kütüphaneye bıraktı, yaşlı gözlerle dalgınca ona bakmakta olan kadına elini uzattı. “Hadi gel" dedi, "önce şu yırtık sayfalardaki satırları uzaklaştıralım evimizden, sonra da ben sana damla sakızlı bir kahve yapayım." Kadın nemli gözleriyle elini uzattı ve kekeleyerek tekrar şiir okuyacaksın, değil mi" dedi. Adam sımsıkı sarıldı ona, savaş alanındaki en kıymetli ganimeti elinde tutan mağlup bir zaferin mağrur komutanıydı o artık.
Tarla kuşu havalandı ve açık pencerenin kenarına kondu. Buğulu gözleriyle kadın ona uzun uzun baktı. Ve evi mis gibi damla sakızlı kahve kokusu sardı…
Yazarın Dİğer Yazıları
Çölde Vaha Misali Bir Etkinlik
8 Ağustos 2023Afetler Ayrımcılık Yapmaz, İnsanlar Yapar
13 Şubat 2023Afgan kadınlar köleyken biz özgür olabilir miyiz?
13 Ocak 2023Suçlu bulundu : İç Barışı Tehdit Eden Kadınlar!
25 Kasım 2022Kafeslere sığmayan bedenler
11 Temmuz 2022Savaş, Hafıza ve Toplumsal Cinsiyet
10 Nisan 2022Fıs Fıs İsmail, Will Smith ve Bir Süreklilik Teması Olarak Ataerkillik
3 Nisan 2022Eril Aktörlerin Yitik Kurbanları
27 Mart 2022Dünya emekçi kadınlar gününde elleri düşünmek
7 Mart 2022Metaverse dünyasında kadınlar ve taciz.
12 Şubat 2022Sen Ne Çektin Be Havva
26 Ocak 2022Başarılı kadınların enselerinde vızıldayan erkekler
12 Ekim 2021İşgal ve İç Savaşın Ardından, Gericiliğin Kıskacında Afgan Kadınları
17 Ağustos 2021Peki ya insanın ürettiği kesin olan şiddet virüsünün aşısı?
11 Ağustos 2021Özgürlüğe Pedallayın Kadınlar!
5 Haziran 2021Kadın Katillerini Yetiştiren Kim?
1 Nisan 2021Kadınların Sahnesi Yeni Başlıyor
27 Mart 2021Hepimizin İçinden Yükselen Seslerin, Soruların Yankılandığı Bir Kitap; Uğultular
1 Mart 2021Makbul Analık Sorgusu
9 Şubat 2021Bir Sonra Katledilecek Kadın Ya Sen İsen?
5 Şubat 2021