"Çok acı var, dayanamıyorum. Lütfen beni affedin ve kendinizi üzmeyin, siz elinizden geleni yaptınız. Çok özür dilerim. Çok çaresizim. Özür dilerim. Lütfen çıtçıta iyi bakın. Ve paramı ve her şeyimi hayvanlara bağışlayın.”
Bir intihar notu... Sabah beynimde bu not dönerken uyandım. Çok acı var ve Canım çok yanıyor. Yanmıyor numarası yapamıyorum bugün. Herşey yolundaymış gibi davranmıyorum.
Gülümsememde bile belli bir hüznün aczi var. Bazen insan bittiğini hisseder, o basenlerden biri bu sanırım. Bu "bazen" i atlatabilirsem yine görüşeceğiz.
Taşımak zor birçok şeyi. Çok acıyor, hangi acıdan bahsetsem ki? O kadar çok acı var ki. O yüzden susuyorum ve acının izdüşümünden bahsediyorum. Üzülüyorum sonra; acının merkezinde olanlara kıyasla benim acım o kadar cılız ki. Üzülüyorum şımarıklığıma. Yine de, olağanca acıya mesafenin yükünü taşımak? Of, "omzumda paltomu taşımaya üşenirken, Nasıl taşırım dünyayı?" (F. K. )
“Artık güneşin doğmasını bekleyecek gücüm kalmadı ama siz yeni doğacak güneşi mutlaka bekleyiniz.” diyor Zwieg intihar notunda. Ben daha bu sabah doğurdum güneşi. Üstümde birkaç bira sersemliği. "Yavaş yavaş delirdim ama kimse farkına varmıyor" (İ. H. ). Yavaş yavaş deliriyorum ben de galiba ama birilerinin farkına varması değil mesele. Varsın, istemiyorum. Sadece hissediyorum delirişimi, çaresizliğimi. Ve bu korkutuyor beni. Bunun sonunun nereye gideceği belli. Çok belli. Ve evet, korkuyorum ama "alea jacta est": ok yaydan çoktan çıktı. Ben doğmadan önce çıkmış belki de veya doğumum da. Tam doğduğum anda. Kader falan değil bu, başka bir şey. Varoluşsal birşey.
"Kolay sanmıştım ilk düşündüğümde. Zayıf kadınlar yapmıştı bu işi. Alçakgönüllülük istiyor, kendini beğenmişlik değil. Tiksiniyorum bütün bunlardan. Sözler değil. Eylem. Artık yazmayacağım…” (C. P. ) Evet, kolay değil bırakıp gitmek. Ki bu dönemde insan, telefonunu dahi bırakıp gidemiyor. Mevzu hayat olunca, yani herşeyi bırakıp gitmek olunca, daha da zorlaşıyor. Bahsettiğim şey, mutlak bir ölüm. Öyle "yardım çağrısı" falan değil. Mutlak bir son.
Ölenler, öldüklerine pişmanlar mı bilmiyorum ama yaşayanlar, yaşadıklarına birer birer pişman oluyorlar galiba. Acının böyle bol kepçe dağıtıldığı yerde, bu acıyı dindiremeden yaşamanın hüznü, pişmanlık olsa gerek. İnsan pişman olmasın da ne yapsın, bu çürümüşlüğün hükümranlığında yaşadığı için? Çok yanlış bir zamanda doğduk. Ne zaman doğru zamandı, bilmiyorum. Ve lanet olsun ki bu dünyayı değiştirtmiyoruz. Bu çürümüşlük zamanını değiştirmiyoruz. "Yeni doğacak güneşi beklemeye" çalışıyoruz, o kadar.
"Ve kalbin kırılması ya da kurşuna dönmesi gereken, bu dünyadan göçüyorum.” diye yazmış 1794'te Fransız yazar. Yüzyıllardır değişen birşey yok. Kalbimi kurşuna çeviremedim ben. Kırılır ha kırılır durmadan. Önceden kişisel naifliğim sanırdım bu durumu ama artık anlıyorum ki, bu kişisel bir şey değil. Anlıyorum ki, kalp ya kırılacak ya da taşa dönecek bu devirde. İkisinin arası birşey istedim, beceremedim. Yaşamak için, ne kırılsın ne taş olsun dedim, olmadı. Olmuyor. Şimdilik yapacak birşey yok.
"Hayatın neresinden dönülse kardır" (N. M.) mı? Bilmiyorum. Yaşamak yanı ağır basıyor çokça. Bu dünyada ne var bilmiyorum ama içinde tutuyor. "İki mısra daha söylesek düzelecek herşey sanki.." (C.S.). Beton asfaltı delip geçen bitkiyi görünce, insan umut ediyor. Veya bir kırlangıç yuvasındaki yavru kırlangıçları. O ufacık gagalarıyla, annelerinden yemek yemelerini... Bunca çürümüşlüğün içinde hala filizlenen güzel şeyler var. Ve belki daha da olacak. Olmalı. Çıkar yolu yok başka. Ama ya kuşlar da giderse? O zaman "bir caz parçası gibi geçip gitmez hüzün" (E. C.)
Çok acı var, dayanamıyorum. Ağır geliyor küçücük omuzlarıma. Kaldıramıyorum. Ama pes etmiş değilim. Her gün doğacak güneşi bekliyorum. Güneş'in doğması için üstüme düşeni yapmaya çalışıyorum. Bir işçi karınca gibi, kolonime yiyecek taşımaya çalışıyorum. Kollektif bir katkı sunmaya. Ama çok acı var.
“İnsan artık bir işe yaramadığında, kaçınılmaz ve yakın bir ölümden emin olduğunda, yavaş ve feci bir ölüm yerine hızlı ve kolay bir ölüm seçmek en basit insan haklarından biridir. Kloroformu kansere tercih ettim.” Amerikalı bir yazarın son notu bu. Siz ne kadar işe yarıyorsunuz? Ölmemek için ne yapıyorsunuz? Dünya için, insanlık için, bu çürümüşlüğü yıkmak için... Yoksa ölmüş müsünüz de, haberiniz mi yok? Acınası hayatlarımıza yaşamak demiyorsunuzdur umarım.
"Korkarım ki ikimiz de anlıyoruz, başka başka şeyleri aynı." (Ö.A.) bu şiiri şöyle değiştirebiliriz galiba: Korkarım ki hepimiz de anlıyoruz. Aynı şeyleri, farklı farklı.
Yazarın Dİğer Yazıları
AKP bir gün düşecek, referandum bunun ne kadar hızlı olacağını söyleyecek sadece!
16 Nisan 2017Cinnet, III. Paylaşım Savaşı, Cennet!
26 Aralık 2016Ankara’da, Silvan’da, Reyhanlı’da.. hep bizim parmağımız var. Paris’teki katliamda da, Fransızların.
16 Kasım 2015Sıkıldım bu tekrarlardan.. Bu sistem yıkılmalı artık..
9 Ağustos 2015İç savaşın ayak sesleri
25 Temmuz 2015AKP'nin ölüm korkusu..
12 Haziran 2015Ben, benim 8 Haziran’ımı biliyorum. Ya siz?
26 Mayıs 2015Yaşasın 1 Mayıs! Her Yer Taksim!
30 Nisan 2015Hepimiz çok öldük bu topraklarda…
22 Nisan 2015Ağrı, HDP, Seçimler ve anlamsızlık
14 Nisan 2015Suriyeli aç çocuktan, Cizre'deki çocuklardan bahsetmeyeceğim..
25 Ocak 2015'bat dünya bat, iki gözün kör olsun da piyango bileti sat!'
8 Ocak 2015Vivaldi'nin ithaka'ya yeşil yolculuğu..
29 Ekim 2014Bir insanlık tragedyası: yaşamak veya ölmek
19 Ekim 2014Efendiler! Adalet hissiyatı yaralanmış halklardan korkun!
28 Mayıs 2014Henüz vakit varken.. İstanbul yakılıp-yıkılmadan önce
12 Mayıs 2014Bir kapak, Üç aday; Tek 'oyun'...
7 Aralık 2013Diktatatörler için aşk biter, nefret başlar
30 Kasım 2013Kan..kan.. sokaklardan akan..
15 Ekim 2013