Türkiye'de sağ partilerin paradigması ve AKP'nin geleceği

Selçuk Ş. POLAT

9 Mart 2016
Türkiye'de sağ partilerin paradigması ve AKP'nin geleceği

Eğer ekonomik istikrar bozulur veya Ergenekon ittifakı parçalanırsa bu güçler hiç tereddüt etmeden yeni bir sağ partiye doluşmakta tereddüt etmeyeceklerdir. Demek ki aşağıdan yukarı kitlelerin Erdoğan iktidarını alaşağı edeceği bir durum yoksa bu durum da onu alaşağı edecek olan ekonomik ve siyasi kriz sonrası ortaya çıkabilecek olan yeni bir sağ parti olacaktır.

Sağcı partiler her ne kadar geçmişlerini Osmanlıyla özdeşleştirmeye çalışsalar da bunun tam bir karşılığı yoktur. Fakat onları, geç kalmış uluslaşma sürecinin çocuğu Jön Türk hareketinin oluşturduğu İttihat ve Terakki Cemiyetine (İTC) tepkiyle kurulan Damat Ferit Paşa öncülüğündeki Hürriyet ve İtilaf Fırkası (HİF) ’nın bir devamı olarak düşünebiliriz. Bu partinin icraatlarını ve programına göz attığımızda sanki 17 Kasım 1924’te kurulan Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası’nı, Kısmen 12 Ağustos 1930 de faaliyete geçen Serbest Cumhuriyet Fırkası’nı, Demokrat Parti’yi(DP), Adalet Parti’sini(AP), Anavatan Partisi’ni (ANAP), ve Adalet ve Kalkınma Partisi’ni (AK-PARTİ) incelemiş gibi oluruz. Sadece sağ partilerden MHP (Milliyetçi Hareket Partisi) ve MSP (MİLLİ SELAMET PARTİSİ) yukardaki partilerden ayrı bir yerde dururlar. MHP, yukardaki İTC ve HİF’in bazı özelliklerini taşımakla birlikte esas olarak 1946’dan itibaren Özel Harp Dairesi tarafından özenle yaratılmış suni, paramiliter özel bir üründür. Onu, 1979-80 yıllarında sağ partilerle Milliyetçi Cephe hükümetinde rastlayabileceğiniz gibi, 1990’larda kendine ‘Demokratik sol’ diyen Ulusalcılarla birlikte iktidarda da görebilirsiniz. Yine aynı şekilde Erbakan’ın dinci partisi de yukardaki sağ partilerin ortak özelliklerini belirgin bir şekilde taşımaz. Fakat bu özellikleri, hem Ecevit iktidarında hem de Milliyetçi Cephe iktidarında gizli politikalarla hayata geçirir. Sınıfsal olarak aynı ideolojiyi savunan sağcılar ve ulusalcılar bunu Türk-İslam sentezi olarak belirlemişlerdir. İşte Türkeş’in partisi Türk olanı, Erbakan’ın partisi de İslam olanı temsil eder. Bu ise ayrı bir yazı konusudur.

Yukarda saydığım sağ partilerin ortak özellikleri ise hemen hemen aynıdır. Değişen, sadece koşullara bağlı olarak biçim alan ilişkiler ve güncellenen içeriklerdir. Örneğin 1910 ve 1919’larda dış ilişki olarak, onların ifadesiyle "Bu mülkün atisi ve hali [yarını ve bugünü] İngiliz dostluğu ile temin" edilecekken bu ülkenin bugünü ve yarını, 1950’ler, 1970’ler, 1980’ler ve 2000’lerde ABD’nin dostluğu ile temin edilmeye başlanmıştır. Öz olarak değişen bir şey yoktur! Yine aynı şekilde dini yaklaşım ve ilişkiler açısından 1910’lar da, Halifecilik (Hilafet) ve Saltanatcılık (Patişahcılık) düşünülürken, bugün bu, İŞİD gibi İslami terör örgütleriyle İslami Cumhuriyet (Diktatörlük) planları şeklinde güncellenmiştir. Bu Partilerin ortak noktalarına baktığımızda hepsinin aynı b… soyu olduğunu söyleyebiliriz:      -

- Emperyalistlerle siyasi alanda ilişki yani MANDACILIK                                          

- Dini duygulara saygı adı altında İSLAMCILIK                                                  

- Liberal ekonomi adı altında KAPİTALİST-EMPERYALİSTCİLİK                    

- Adem-i Merkeziyetcilik kisfesi altında her alanda DİKTATÖRLÜK

Bu 4 temel özellik, bu partilerin ortak noktaları olmasına ragmen dönemlere ve liderlerine göre değişiklikler göstermektedir. Örneğin Devlet İstatistik Enstitüsünde bürokrat olan Özal burada, ‘Takunyacılar’ olarak tanınan bir grubun mensubu iken, İktidara gelince dini bağları zayıflamış ve laik bir portre çizmiştir. Dolayısıyla sadece bu konuda ana akımdan giderek ayrılmış olduğunu söyleyebiliriz. Erdoğan, iktidarının başlarında, Menderes ve Demirel ise, tüm iktidarları boyunca laik bir görüntü vermeye çalışmışlardır. Fırsat buldukca da dinsel girişimleri eksik etmemişlerdir.

Sağcı partilerin izini sürebilmek ve kitlesel desteklerinin arka planını ortaya koyabilmek için ülkemizde söz sahibi olan ve kendine sadece son 45 yıldır ‘sol’ diyen diğer siyasi oluşumlara da bakmak zorundayız. Sağ partilerin yukarıda sıraladığımız özellikleri aslında, Jön Türkler Hareketinin devamı olarak vücut bulan İttihat ve Terakki Cemiyeti ve onun devamı politikalar güden CHP’nin izlediği siyasi çizginin yarattığı tahribata karşı oluşmuştur. İttihat ve Terakki Cemiyeti muhalefette iken etnik yapılara, inanç gruplarına (Özellikle gayri Müslüm denen halklar) karşı hoşgörülü bir tavır ve ilişkiler içindeyken iktidara geldiklerinde bu görüşlerini ve ilişkileri terk etmişlerdir. Tıpkı Kurtuluş Savaşı boyunca (1919-1924) demokrasi konusunda dünyaya örnek olan fakat iktidara yerleştikten sonra başta sosyalistler olmak üzere inanç ve etnik yapılara hayat hakkı vermeyen Atatürk Türkiye’si gibi. İşte İttihat ve Terakki’nin ve onun düşük yoğunluklu devamı olan Cumhuriyet Halk Partisi’nin bu politikaları, kitleleri tüm olumsuzluklarına rağmen Sağ Partilerin kucağına itmiştir. Ayrıca sağcı partilerin babası Hürriyet ve İtilaf ile Ulusalcığın babası İttihat ve Terakki arasında sınıfsal anlamda bir fark olmadığını fakat biçimsel bazı farkların olduğunu bilmemiz gerekir. Aralarında giderek ortadan kalkan fark, dört(4) konuda toplanmıştır:

Birincisi siyasi çalışmada ki yöntem sorunudur. Yani birisi (Sağ kesim), etnik ve inanç gruplarına karşı izlenecek siyasetin onların ifadesiyle ‘İttihat-ı anasır’ yani unsurların birliği olması yani güzellikle asimilasyon amaçlarken, diğer taraf (Ulusalcılar), bu unsurlara karşı şiddet yolunu seçmiştir. Bu iki hareketin temsilcileri sadece bu konuda geç de olsa Erdoğan ve dönemin Genelkurmay Başkanı Yaşar Büyükanıt’la, 27 Nisan muhtırasından bir hafta sonra 5 Mayıs 2007’de bir araya gelerek ortak noktayı bulmuşlardır: ARTIK SAĞCILAR DA İNANÇ VE ETNİK UNSURLARA KARŞI ŞİDDET YÖNTEMİNİ AÇIKCA UYGULAYACAKTIR.

İkincisi, siyasi ilişkilerdeki tarz sorunudur. Sağcı partiler emperyalistlerle ilişkide sınır tanımaz ve tam teslimiyeti içeren bir ruh halini sergilerken, Ulusalcılar bunun gizli veya kendi ifadelerine göre ‘dost’ ülkelerle sürdürülmesini savunmuşlardır. Örneğin birinciler(Hürriyet ve İtilaf) ilk dönemlerde İngiliz emperyalistleriyle ilişkiyi zorunlu kılarken, ikinciler(İttihat ve Terakki) aynı dönem de Almanlarla birlikteliği savunmuşlardır. 1946’lardan sonra her ikisi de ABD emperyalistleriyle ilişki konusunda ortak noktada buluşmuşlardır.

Üçüncüsü, İslamiyet’e yaklaşım sorunudur. Birinciler yani sağcılar bu konuda tam bir serbestlik ve sınırsız bir özgürlük tasarlarken ikinciler yani Ulusalcılar tam bir kontrol ve merkeziyetçi bir yaklaşım sergilemişlerdir. Örneğin Ulusalcılar, Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş aşamasında 3 Mart 1924 tarihinde Diyanet Başkanlığını kurmuşlardır. Ayrıca yasal olarak İmam Hatip okullarını da aynı tarihte açmışlar fakat tedrici olarak 1930 yılına kadar geçen süre içerisinde kapatmışlardır. Sağcılar ise, Diyanet Başkanlığı içinde hem faaliyetlerini devlet imkânlarıyla sürdürmüşler hem de gizli tarikat ilişkilerini ve Kuran Kurslarını organize etmişlerdir. Ayrıca ilk iktidara geldikleri 1950 yılından itibaren İmam Hatip okullarını açmışlardır. Bu iki grubun 1974 yılın da ki ortak hükümetleri zamanında da (CHP+MSP), 1971 darbe hükümeti tarafından kapatılan İmam Hatip okulların birinci devresi tekrar açılmıştır. Bu aynı zamanda, AKP’nin de iktidara yürüyüşünün işaret fişeği olmuştur. Bu yürüyüş hem ABD’nin Yeşil Kuşak teorisiyle hem de ABD’nin ‘çocukları’ tarafından yapılan 12 Eylül Darbesiyle havayi fişek halinde tüm ülke sathını kaplamıştır. Fakat ulusalcıların asker kanadı, laiklik ilkelerini 5 Mayıs 2007’de ki Dolmabahçe mutabakatında terk etmiştir.

Dördüncüsü, ekonomik politikalar sorunudur. Ulusalcılar kapitalist sistemde karar kılsalarda, 1929 yılında kapitalist sistemde ki büyük kriz onları Sovyetlere yaklaştırmış, sonuçta adına karma ekonomi dedikleri aslında ucube bir Merkantilist ekonomi politikayı savunur olmuşlardır. Sağcılar ise ABD Yönetiminde kim varsa, yani Demokratlarla liberal, Cumhuriyetçilerle neo-liberal veya neo-con (Friedman’cı) olmuşlardır. Eğer ABD karma ekonomik politikayı uygulamaya başlasın kesinlikle en hızlı uygulayıcılar onlar olacaktır. Fakat sağ partiler, ülkemizde kapitalizmin gelişmesinde temel rol oynamıştır dersem şaşırmayın. Bu, aynı zamanda kitleleri kazanma, bloke etmedeki sihirli anahtarlarıdır da. Kısaca değinmek gerekirse;

Demokrat Parti(DP), 1950'de iktidara gelmeden önce CHP içerisinde, genellikle toprak sahipleri-ağalar-şeyh ve tüccar sınıfları temsilen var olup gelmişlerdi. 1950 yılı öncesi seçimlerde siyasi vaatleri arasında her türlü özgürlük sloganı baş sırayı tutuyordu. Fakat iktidara geldiklerinde söylenenlerin hepsini unutmuşlardır. Tıpkı AKP ve diğerleri gibi! Fakat emperyalistlerle olan sıcak ilişki onları Atatürk ve İnönü Türkiye’sinden bir adım öne taşımıştır. Sırasıyla Menderes Hükümeti Tarımda Makineleşmeyi, Demirel Hükümetiyse Elektrifikasyonu, Özal Hükümeti ise Telekomünikasyonu temel alan ekonomi politikaları uygulamışlardır. Bu politikalar hem emperyalistlerin Pazar sorununa merhem, hem de kitlelerin zenginleşmesine, sıkıntılarının giderilmesine neden olmuştur. Dolayısıyla Menderes, tarımda makineleşmeyi sağlayarak köylünün ürününün artmasına ve zenginlemesine hizmet ederken arkadan gelen Demirel, bütün ülkeye yaydığı barajlarla elektriği yayarak yaşam kalitesinin artmasına ve zenginleşmenin hızlanmasına vasıta olmuştur. Bunu Özal’ın politikaları takip etmiştir. Telefon, televizyon vb. haberleşme sistemlerinde yaygın ve gelişmiş ağlar kurulmasına aracılık ederek sağın desteğini köylülere ek olarak, şehirlere de yaymıştır. Aslında her üçü de kapitalist sistemin hem dışarda ki hem de içerde ki temsilcilerinin sömürü ağını genişleterek görünüşte ilerleme ve atılımlar yapmışlar fakat özünde sermayenin birikimine hizmet etmişlerdir. İşte bu üç partinin de kitlelerle kurduğu bağın ekonomik boyutu kısaca budur.

Dördüncü parti Ak Parti’ye gelirsek. Konumuz açısından bu parti diğerlerine göre özünde daha ideolojik bir pozisyon sergilemiştir. Bunun siyaseten anlamı daha fazla din (İslamiyet) iken ekonomik olarak kendi yandaş ve ideolojisinden olanların zenginleşmesine hizmet şeklinde ortaya çıkmıştır. Anadolu Kaplanları sloganı da bu ekonomi politikanın bir sonucudur. Anadolu Kaplanları, ekonominin bugüne kadar efendisi olan İstanbul Dükalığına karşı (Tüsiad), kendi Dukalıklarını kurmalarıdır(Müsiad). Devletin tüm imkânlarını bu sermayenin oluşumunda harcayan AKP iktidarı, aynı şekilde Suudi ve diğer Arap ülkelerin sermayesinden İslami Cumhuriyet kuracağım diyerek dev para transferleri yapmışlardır. Özetle bu parti başta bina, ulaşım vb. inşaat alanı olmak üzere her alanda yandaşlarını desteklemiştir.

Sağ partilerin bu tarihsel yürüyüşünü izlediğimizde siyaseten uzun evrimli ve istikrarlı bir politika ve iktidar sürdüremediklerini görürüz. Fakat sonuçta hepsinin de zorunluymuşçasına başlarına gelen şey: tepetaklak iktidardan düşmeleridir. AKP’nin, daha doğrusu Erdoğan İktidarının, hangi yolla tepetakla olacağı bellidir. Bu yol, ne Menderes ve Demirel’in başına gelen askeri darbeyle ne de Özal’ı tasfiye eden seçim yoluyla olacaktır. Çünkü ne Menderesi deviren ortada 1960’lardaki gibi kendine ilerici diyen bir askeri örgütlenme var ne de Demirel iktidarlarını alaşağı eden askeri bir hiyerarşi mevcut. Çünkü Erdoğan, Ergenekoncular’ı, ABD’nin verdiği güçle ölümü gösterip sıtmaya razı ederek yanına çekmeyi başarmıştır. Ayrıca Özal zamanın da ki kısmen de olsa serbest karar verecek bir seçim sistemi veya atmosferi olmadığı için bu yol da kapalıdır. Pekâlâ, Erdoğan-Ergenekon iktidarını nasıl bir akıbet beklemektedir?

Özetlemek gerekirse:

Yukarıda da izah ettiğim gibi sağ partiler, rakipleri ulusalcıların tertip ve kampanyalarıyla bir şekilde alaşağı edilmektedir. Bu yollardan darbe, bunu yapabilecek askeri hiyerarşinin, hem Cumhurbaşkanlığı kurumuna Kırmızı Anayasa gereği kendilerini bağlı kılmaları hem de onunla ittifak içinde olmalarından dolayı tamamen imkânsızdır. Diğer yanda Özal da Cumhurbaşkanıydı fakat onunla Kırmızı Anayasa ilkelerine uymadığı için zıt düştüklerinden sessizce tasfiyesini sağlamışlardı. Bu durumda geriye iki faktör kalmaktadır. Bunlar içlerindeki zaaflar ve kendilerini tümüyle teslim ettikleri Emperyal güçlerdir. Emperyalistler uzun vadede bölgede çıkarlarına zarar veren politik bir istikrarsızlığa çok fazla tahammül etmeyeceklerdir. Fakat onlar bu politikalarını ancak içerde güvenecekleri başka bir güç varsa realize edebilirler. Erdoğan iktidarı doğrudan kendilerine tavır almadıkça, ona karşı kendi güçlerini harekete geçirmeyecekleri kesindir. Geriye Erdoğan iktidarı içinde ki zaaflar yani kurtçuklar kalmaktadır. Bunlar esas olarak 100 yıldır Ulusalcıların katliam, sürgün, mübadele, varlık vergisi, süikast vb. şiddet yollarıyla zorla asimile edip sağ partilerin kucağına ittiği Ermeni, Rum, Yahudi, Alevi, Kürt, Süryani vb. kadim halkların çocuklarıdır. Bunlar AKP içinde %60 lar oranındadırlar. Ergenekon’la ittifak onları rahatlatmıştır. Aynı şekilde ekonomik istikrar da onların güvencesidir. Eğer ekonomik istikrar bozulur veya Ergenekon ittifakı parçalanırsa bu güçler hiç tereddüt etmeden yeni bir sağ partiye doluşmakta tereddüt etmeyeceklerdir. Demek ki aşağıdan yukarı kitlelerin Erdoğan iktidarını alaşağı edeceği bir durum yoksa bu durum da onu alaşağı edecek olan ekonomik ve siyasi kriz sonrası ortaya çıkabilecek olan yeni bir sağ parti olacaktır.

Bu da Paradigmanın yani kısır ve anti insani değerler dizisinin devamı anlamına gelmektedir.     

 

                                                                                      

 

Yazarın Dİğer Yazıları

  1. 2.ci 'Allahın büyük lütfu' yaklaşıyor mu?
    RAND RTE’yi uyarmış: ordu içinde orta kademelerde bir potansiyel var aman dikkat et diye! Zaten Erdoğan da bu uyarıyı almış ki gerekli çalışmalara çoktan başlamış bile .. Orduyu önce Kürtlerle…
  2. Yüzbaşı İlyas Aydın: Devrimin iyileşmeyen yarası
    Bu yazıda, eti budu belli ve bir türlü belini doğrultamayan Türkiye devrimci hareketinden sadece İlyas Aydın örneğini vererek sol içi şiddetin saflarımızda açtığı yarayı sergilemeye çalışacağım.  Yüzbaşı İlyas Aydın, 1970’lerde…
  3. Ülkemizin sosyo-ekonomik, siyasi yapısı-1
    Bir yanda sosyal bir inancı savunan Alevi kesimlerle, onların kafasını kesmeyi arzu eden İslamcı teröristler aynı apartmanlarda ikamet ediyorlar. Ülkedeki bölünmüşlük sadece ilerici-gerici ekseninde seyretmiyor. İkinci büyük bölünmüş etnisite üzerinden…
  4. Aydınların Sefaleti
    Aydınların Sefaleti
    22 Ekim 2019
    İştirakçi Hilmi’nin liderliğini yaptığı ve uğruna öldürüldüğü mücadelesine 100 yıl sonra dönüp baktığımızda acı bir gerçekle karşılaşıyoruz. Dönemi belirleyen iki hâkim sınıf partisinden biri olan Hürriyet ve İhtilaf Fırkası (H.İ.F.)…
  5. Kitleleri birleştiren iki güç: Demirtaş ve İmamoğlu
    Diktatörlüğe karşı olan bizler, bu iki liderin eksiklik ve kurumsal pozisyonlarını abartmadan, onların aidiyetlerini, ‘aşil topuklarını’ bilerek, İmamoğlu’nun ısrarlı ve ahkâm kesmeyen tavrını ve Demirtaş’ın seçimlerde izlediği ‘büyük tehlike için…
  6. Erdoğan nereye koşuyor?
    Erdoğan nereye koşuyor?
    24 Temmuz 2019
    Bu soruya doğru cevabı verebilirsek sanırım iktidarın geleceğini de az çok tahmin edebileceğiz. Erdoğan iktidarı, ekonomik kriziyle, siyasi alandaki terör severliğiyle, ideolojik düzeyde ortaçağ zihniyetiyle ve de örgütsel olarak her…
  7. Devrimci hareketin can alıcı sorunu
    Temel Demirer, son seçimde, boş oy atan Sibel Özbudun ve kendisinin tutumlarını açıklayan yazılarına yaptığım eleştiriye öfkeyle cevap vermiş. Öfke duygu demektir. Tartışmalarda bilgi ve mantık yerine duygular geçiyorsa, o…
  8. İmamoğlu'nun cesareti nereden geliyor?
    Niye seçime girip yasal gözükecek hileler ve atraksiyonlarla uğraşıyor ki? Kayyum atasın olsun bitsin! Demek ki bu oyunda karşılıklı güçler devrede. İşte bütün bunlar diktatörlüğümüzün Madein-NATO olduğunu gösteriyor. 23 Haziran,…
  9. CHP:  umut mu yoksa çaresizlik mi?
    CHP ve sağ tabanının gözünü açacak olan ise, ekonomik ve siyasi kriz anıdır. Özellikle Erdoğan’ın iktidarı kaybetme korkusuyla CHP’ye yönelmesi örneğin CHP’li belediyelere Kayyum ataması vb. adımları bu kitleyi devrimci…
  10. Erdoğan'ın (ve AKP'nin) krılma noktaları ve HDP
    AKP’ye diş bileyen kendi seçmenini tüm anti-Kürtçü politikalarına rağmen Millet İttifakını desteklemeye yönlendiren HDP’nin bu hamlesi, sosyalist hareketlerin çok ötesinde bir gelişmişliğe işaret ediyor. Bu bölümde esas olarak AKP yani…
  11. Bidon Kafalılar ve Chape varya Chape
    Yukardaki başlık; ezilen, horlanan ve sömürülen kitlelerin bir araya gelmemesi için yürütülen kampanyanın şifresi. “Bidon kafalılar, cahiller, göbeğini kaşıyanlar, her yeri pisletenler” vb. ajitasyonlarla halkın bir kesimi aşağılanmakta ve bu…
  12. Allahsız Müslümanlar ve İslamcı Laikler -1
    Gelinen noktada toplum giderek diyalektik ikili bir kamplaşmaya doğru akmaktadır. Bir yanda milliyetçi-ulusalcı-İslamcılar diğer yanda kadınlar, emekçiler, Aleviler, Kürtler, aydınlar, ötekileştirilenler ve demokratlar. Ülkemizdeki toplumsal ırmak ne yazık ki yüz yıldır…
  13. Devrimci ve Sosyalist kamuoyuna
    68'liler Birliği Vakfı başkanının açıklamasına cevap: Devrimcilik ülkemizde ezilen halkların yanında olmak demektir; onların haklı ve meşru isteklerini desteklemek, acılarına ortak olmak ve onlara yapılan zulüm ve katliamlara karşı durmak…
  14. Normal ve anormal insan profili
    Diktatörlerin ilk işi, yargıyı yani az-çok çalışan vicdanı söküp atmaktır. Onun yerine kendi hastalıklı, monolitik beyninin ürettiği her kararı aynen onaylayan bir vicdan mekanizmasını yani vicdansızlığı ikame ederler.  İnsanda, davranışlarını,…
  15. Ya biat ya mevt ya da ortak hareket!
    İslami kurallar acımasız ve kesindir: ya biat ya da mevt.. İşte o noktaya hızla yaklaşıyoruz! Tehlike içinde olanlar: emekçiler, çalışanlar, seküler, laik ve modern yaşamdan yana olanlar, Kürtler, Aleviler, aydınlar ve diğerleri.…
  16. R.T. Erdoğan'ın 12 Eylül'lünün sonu mu?
    Erdoğan sınıf tahlilinden uzak, çıkarlarının ona verdiği içgüdüsel pragmatizimle, İsrail'le Ortadoğu'da işbirliğine girerek ABD’yi yumuşatmayı, Bharara’ya baskı yapmasını, Rusya'dan özür dileyerek hem ekonomik iyileşmeyi hem de Suriye politikasını ABD çizgisine…
  17. Enseyi karartmak yok!
    Enseyi karartmak yok!
    5 Kasım 2015
    AKP ve Erdoğan’ın sonu, İslami cumhuriyet yolunda ki telaşlı ve yanlış adımları ile kendi içlerinde ki kurtçuklar ve ekonomik kriz vasıtasıyla olacaktır. Ama bu sonu hızlandıracak, dolayısıyla, bizim ihtiyacımız olan ise,…
  18. AKP'nin düşüş eğrisi
    Anketlerde AKP’ye oy vereceklerin oranı %40 civarında gösteriliyor. Fakat aynı halk, Başkanlık sistemini, Suriye politikasını ve diğer hükümet icraatlarını %70 civarında bir oy oranıyla kabul etmiyor. Bu da onun bir…

ANALİZ

ANALİZFaşizm ve İç Savaş

Faşizm ve İç SavaşErdoğan- Bahçeli ikilisinin ya da Cumhur ittifakının ülkede iç savaşı da göze…