Eğer yolunuzu kesen iki kişiden biri cüzdanınızı diğeri ise canınızı almak isterse elbette ki canınızı değil cüzdanınızı verirsiniz. Bu uzlaşma tarzını kitleler kendi anlayışına göre uygulayıp cebi delik perişanlar olarak yaşıyor ve Erdoğan gibilerin peşinden gidiyor. Ama biz devrimciler canımızı almak isteyeni etkisiz hale getirmek için yıllardır ölüp duruyoruz. Halk ise cüzdanını verip bu işten sıyırıyor. Dolayısıyla da yol kesenlerden bir türlü kurtulamıyoruz.
Devrim durumu Yüz yıl önce şöyle tarif ediliyordu: Yönetenlerin eskisi gibi yönetemedikleri, yönetilenlerinde eskisi gibi yönetilmek istememesi hali. Bu tanım doğrultusunda ülkemize baktığımızda görüyoruz ki, Hükümet ve Devlet aygıtı olarak Yönetenlerin eskisi gibi yönetemedikleri çok açık. Bu sadece AKP Hükumetinde değil devletin tüm birimlerinde, asker, polis ve sivil bürokraside tam bir felç durumu olduğunu görüyoruz. Son çıkan tapeleri dikkatlice izlediğinizde bu sonuca kolayca ulaşabiliyorsunuz. Özetle sıfır işkence yerine, karakol, cezaevi ve meydanlarda 3 sıfırlı işkence rakamlarına, komşularla sıfır sorun yerine komşu olsun olmasın tüm dost ve müttefik dedikleri ülkelerle sınırsız sorunlara ulaşmış bulunuyoruz.
15 Yıl önce Derviş aracılığıyla finans sektörünün dizginlenmesi ve şeriatçı sermayenin hayali ithalat ve ihracat, emlak satışları ve de uygun ihale koşulları vb. ile ülkemize çekilmesi sonucunda ekonomide egemenler için bir istikrar sağlandığı açık. Kriz belirtilerinin ufukta gözükmesine rağmen şimdilik yönetenlerin tek yönetebildikleri alan bu.
Fakat yine de; Köy ile kent, taşra ile şehir, merkez ile çevre, ötekileştirilmiş yoksullarla, ötekileştirilmiş zenginler, daha önemlisi twitir- miwitirle hiç ilgisi olmayanlarla twitirsiz yaşayamayacaklar arasındaki gerilim ve çelişkiler tüm hızıyla ivme kazanmaya devam ediyor.
Pekâlâ, yönetilenler eskisi gibi yönetilmek istiyorlar mı? Burada ise durum oldukça karışık. Devrimi yapacak olanlar eğer yönetilenlerse onların durumunu açıkça ortaya koymak zorundayız. Burada görüyoruz ki devrim durumu için ciddi hiçbir gelişme yoktur.
Yönetilenler her şeyden önce sandığa, oy vermeye, yani devletin cumhuriyet ilkelerine bağlıdırlar. Yani yönetilenlerin ezici bir çoğunluğu kendisini A, olmazsa B,C,D partilerinden birinin yönetmesini istemektedir. Dolayısıyla devrim için gerekli olan şartlardan en temel olanı ortadan kalkmıştır. Bu yüzdendir ki halkın bir kısmı Atatürk dönemini özlemekte (Yani eskisi gibi yaşamak istemekte) bir kısmı ise mevcut Hükumetin 2-3 yıl önceki yönetiminin hasreti içindedir. Belli bir kitle de Erdoğan'la birlikte yaşamak istemektedir. Bazıları da partilerinin seçim yoluyla iktidar olması hayali içindedirler.
Sonuçta yönetilenler arasındaki huzursuzluk ve istemezlik tamamen konjonktürel olup geçici bir dönem için geçerlidir. Yani sadece mevcut hükumetin değişmesini isteyen bir kitle var. Daha da çarpıcı olanı devletin hiçbir kurumu ve yapısına karşı bir istememezlik hali yoktur. Devletin işlediği 100 yıllık soygun, cinayet, ötekileştirme, doğayı talan etme, kadını aşağılama, suikast, linç, jenosit, pogrom vb. düzenlemelerine karşı hiçbir protesto durumu tespit edilememiştir. Yapılanlar ise tamamen lokaldir.
İşte ben bu duruma Post-Devrim Durumu diyorum.
SON GELİŞMELER VE SEÇİMLER
Önümüzdeki yerel, Cumhurbaşkanlığı ve genel seçim öncesine baktığımızda Yönetenlerin ülkeyi eskisi gibi yönetemeyecekleri çok net olarak gözüküyor.
Bu ivmeyi tek düzeltecek gelişme: yönetenlerden Erdoğan'ın halktan özür dileyerek, herkesin Başbakanı olduğunu ilan etmesi ve iddiaları çürütecek tarafsız gözlemcileri devreye sokmasıdır. Devrimci aydınlar ve kitleler için bunun bir etkisi olacağını düşünmüyorum. Geri bıraktırılmış, biçare ve kıstırılmış halk üzerinde yapacağı etki ise derin ve geniş bir boyutta olacaktır.
Menderes'in Vatan cephesi (İnsanları tutuklayan Mecliste ki Tahkikat Komisyonları.), Demirel'in Milliyetçi Cephesinden sonra şimdi de Milli Cephe kurulması için büyük bir çalışma yürütülüyor. Eğer kutuplaşmalar bu yönde ilerlerse seçimler dâhil hiçbir düzeltme aygıtı bu durumu doğrultamayacak. Çünkü seçimlerin anti-demokratik* bir işleyişi içerdiğini görmemek için aptal olmak gerekir. Burada devreye girecek iki mekanizma var: Birincisi devrim, ikincisi de darbedir. Birincisi halktan, İkincisi ise CIA ve NATO'dan desteğini ve gücünü alır. Onun için Hükumetin bu iki gücü karşısına alarak sadece darbeyi hazırladığını bilmeliyiz. Halkı tümden karşısına alsa da bu halkın devrim yapacak hiçbir yapısal özelliği yok. Sadece İslami referansları ve kısmen de bazı devlet kurumlarını sorgulamakla meşgul. Daha ötesini yani çok şey bekleyenlerin hayal kırıklığını da bu seçimler de göreceğiz.
YOL HARİTASI İÇİN BAZI YOL VE YÖNTEMLER
Hükumetin, muhalefetin ve halkın gelişmeler karşısında izleyecekleri doğru yol ve yöntemler için aşağıdakilerini önerebilirim:
25 Mart bombası denen turp, torbadan çıkartıldı deniyor. Gerçekten de tüm toplumu ilgilendiren tapeler bunlar. Fakat bu son tepelerin de yanlış şekilde kullanılmasıyla en azından Ak Parti veya muhalefet tabanının stabilize edilmesinden başka bir işe yaramayacağı açık. Pekâlâ, doğru tarz ne olabilir? Bunu, ister AKP'li ister muhalefet eden olun cevaplayacak kişi sizsiniz! Eğer siz yolsuzluk, hırsızlık vb. bir iddia ve suçlama ile karşılaşırsanız ne yaparsınız? Sorunun üzerine mi yoksa sorunu sadece laflarla çürütmeye mi çalışırsınız? Örneğin ben Erdoğan'ın yerinde ve kendimden de emin olsam muhalefeti toplar onlara şu teklifi yapardım: " Bir komplo ile karşı karşıyayım. Sizden ortak bir komite kurarak bu iddiaların uluslararası tarafsız bir bilirkişi tarafından incelenip sonuçlarının tüm dünya tarafından bilinmesini istiyorum. Açıklanan sonucu şimdiden kabul ediyorum." Sanırım Ak partinin oyları %60'ları geçerdi. Tabi ki demokratik adımlar da bunu takip eder ve komployu kuranların deşifrasyona ve tasfiyesi de meşru ve yasal bir zemine oturmuş olurdu. İzlenen yol ise gördüğümüz gibi tam tersi.
Pekâlâ, muhalefet doğru bir tarz izliyor mu? CHP olarak baktığımızda bunu söylemek mümkün değil. Örneğin ben muhalefetin başı olsaydım tapeleri yayınlayıp onları dinletmekten ziyade Erdoğan'a ve diğer muhalefet liderlerine çağrı yaparak şunları söylerdim: " Gelin ortak bir komisyon kuralım. Uluslararası ve tarafsız bir kuruma giderek sorunun araştırılmasını talep edelim. Tapeler ve belgeler düzmece mi yoksa gerçek mi bunu kamuoyunun öğrenmesini sağlayalım. Açıklanan sonuçlara göre hareket edeceğimi şimdiden beyan ediyorum". Eğer CHP böyle bir yol izlemiş olsaydı ona olan eğilim önce artacak, tapeler doğru olursa da iktidar olacaktı. Erdoğan bu teklife yanaşmazsa da aynı başarıyı daha önceden ilan etmiş olacaktı. 17 Aralıktan bu yana bu kıymetli zaman harcanmış ve iş, bir kayıkçı dövüşü haline getirilmiştir. Buda, Erdoğan'ın izlediği yoldan yürümenin dışında bir şey değildir. Umalım da bu son iddialar doğru şekilde ele alınıp kitleler gerçeğe sadece gerçeğe ulaşabilsin. Yoksa biz devrimci aydınlar her şeyi 45 yıldır biliyoruz. Önemli olan halkın bu bilgi ve bilince ulaşmasıdır. Erdoğan eğer Ergenekon vb. güçlere karşı savaş verdiğini söylerken samimiyse yukarıdaki doğru yol ve yöntemi seçmek zorundadır. Tam tersi yolda ilerlediğine göre ortada gerçek ve doğru olan hiçbir şey yoktur. Önemli olan bunu halkın kavramasını sağlamaktır.
Şimdi de seçimler için bir öneri: Eğer yolunuzu kesen iki kişiden biri cüzdanınızı diğeri ise canınızı almak isterse elbette ki canınızı değil cüzdanınızı verirsiniz. Bu uzlaşma tarzını kitleler kendi anlayışına göre uygulayıp cebi delik perişanlar olarak yaşıyor ve Erdoğan gibilerin peşinden gidiyor. Ama biz devrimciler canımızı almak isteyeni etkisiz hale getirmek için yıllardır ölüp duruyoruz. Halk ise cüzdanını verip bu işten sıyırıyor. Dolayısıyla da yol kesenlerden bir türlü kurtulamıyoruz. Seçimlerde halk sanırım yine tercihini bu uzlaşma kültürüyle yaparak canını kurtarma yolunu seçecek. Seçimde sonuçlar ise; Gelişmelerin önemine bağlı olarak bundan önceki makalemde belirttiğim oranların %5-10 arasında aşağı ve yukarısı şeklinde olacağını düşünüyorum.
BİR DE NOT:
Eğer Kenan Evren ölürse. Cenazesine gidenleri iyi tespit edin. Çünkü bu saygı duruşuna sırf diplomasi ve devlet adabı gereği gittiğini söyleyenler bilin ki içinde ırkçı ve İslamcıların (Nakşi + Nurcu) olduğu ERGENEKON örgütüne Kırmızı Anayasa gereği üye olanlardır. İyi tanı onları. İleride lazım olacak.
_____________________________________
*Seçimlerdeki engelleri şöyle sıralayabilirim:
1- Adayların liderler tarafından belirlenmesi,
2- Liyakat sahibi adayların parası yoksa veya azınlık cemaatine mensupsa aday olmasının imkânsızlığı,
3- Seçmen kütükleri ve seçmen sandıklarında yapılan hileler,
4- Kadın, genç, engelli, Roman ve ötekileştirilmiş kişilerin aday seçilmesindeki engeller,
5- Baraj sistemlerinin var olması,
6- Parayla seçmen oylarının satın alınabilmesi.
Yazarın Dİğer Yazıları
2.ci 'Allahın büyük lütfu' yaklaşıyor mu?
19 Şubat 2020Yüzbaşı İlyas Aydın: Devrimin iyileşmeyen yarası
23 Ocak 2020Ülkemizin sosyo-ekonomik, siyasi yapısı-1
26 Kasım 2019Aydınların Sefaleti
22 Ekim 2019Kitleleri birleştiren iki güç: Demirtaş ve İmamoğlu
19 Eylül 2019Erdoğan nereye koşuyor?
24 Temmuz 2019Devrimci hareketin can alıcı sorunu
13 Temmuz 2019İmamoğlu'nun cesareti nereden geliyor?
20 Mayıs 2019CHP: umut mu yoksa çaresizlik mi?
24 Mart 2019Erdoğan'ın (ve AKP'nin) krılma noktaları ve HDP
12 Mart 2019Bidon Kafalılar ve Chape varya Chape
27 Şubat 2019Allahsız Müslümanlar ve İslamcı Laikler -1
14 Şubat 2019Devrimci ve Sosyalist kamuoyuna
21 Haziran 2018Normal ve anormal insan profili
15 Kasım 2017Adalet Yürüyüşü ve Ortak Mücadele Anlayışı Üzerine
8 Temmuz 2017Ya biat ya mevt ya da ortak hareket!
4 Ağustos 2016R.T. Erdoğan'ın 12 Eylül'lünün sonu mu?
7 Temmuz 2016Türkiye'de sağ partilerin paradigması ve AKP'nin geleceği
9 Mart 2016Enseyi karartmak yok!
5 Kasım 2015AKP'nin düşüş eğrisi
26 Ekim 2015