İstanbul kent yönetimini almak hayal değildir.
28 yıl önce düşündüğüm projelerden biri şöyleydi: Önemli bir kentte yerel yönetimi alarak buradaki uygulama ve tarzımızla belki de dünyaya bile örnek olacak bir model yaratabilir ve buradan iktidara yürüyebiliriz. Dini, siyasi arenaya taşıyanların gerçekleştirdikleri bu projeyi, biz de şimdi Kürt Özgürlük Hareketi'nin yarattığı ateş ile ülkemizin batısında gerçekleştirebiliriz. Tabi ki önce gerçekler.
"GERÇEKÇİ OLUN İMKÂNSIZI GERÇEKLEŞTİRİN"
Bu slogan atasözü kıvamındadır. Biz 68 kuşağının önderleri hep bu inançla yola çıktık. Gerçekçi olmak gerekirse 12 Mart ve 12 Eylül mağdurlarının belki de %80'i sistem tarafından emildi. Bugün bunların çoğu sanırım CHP, AKP; daha azı da MHP ve dini bütün parti ve cemaatlerde kendilerine sığınacak birer liman buldular. İşte bunların büyük bir çoğunluğu İstanbul da yaşamaktadır. Bunlar, feodal-kültürel bağlar, siyasi angajmanlar ve yaşam kaygılarıyla bu limanlarda hala yaşamaya devam ediyorlar. Sadece bunlar mı? Özellikle Anadolu'nun on bin yıllık demokrasisinin modern gelenek ve göreneklerini temsil eden ve bayrağı elden ele bugüne getiren Abdallar, Bektaşiler, Tahtacılar, Rumlar, Ermeniler, Kızılbaşlar, Süryaniler, Türkmen Aleviler, Kürt Aleviler, Yörükler, Arap Aleviler, Giritliler, Çerkesler, Avşarlar, Pomaklar, Lazlar, Gürcüler, Abazalar, Lazlar, Romanler, Kürt Aşuğlar, Hürremiler, Balkan Göçmenleri, Mübadele zadeler ve daha birçok halk ve kültür bu ülkede yaşıyor. Demokrasi kültürüyle harmanlanmış bu halkların birbirlerini tanıma, birleşme ve kaynaşmasına imkân vermeyen Egemenler yüzyıllardır bunun yüz kızartıcı sefasını sürüyorlar. Gelin bu korku imparatorluğunu dağıtıp doğunun kor ateşi, batının çeşitli, leziz malzemeleriyle ve uygun kaplarda herkesin ağzına layık yiyeceğimizi hazırlayıp yukardaki halklara sunalım. Çoğunluk bu halklardır ve bunların içerisinde Türk'ler de, dini siyasete alet etmeyip inançlarıyla yaşamayı seçenler de vardır.
BURASI TÜRKİYE. Burada, ihanetin, hainliğin, nefretin, bölücülüğün, düzenbazlığın, ikiyüzlülüğün, ihbarcılığın, kıyıcılığın, katliamın, suikasttın, aldatmanın, hasetliğin, insanların üzerine basıp yükselmenin, sinsiliğin, gerçekleri ters yüz edip su üstüne çıkmanın, popülizmin en muhteşemi ve en şahanesi yaşanır.
BURASI ANADOLU. Burada, dayanışmanın, sevginin, imecenin, paylaşmanın, fedakârlığın, feragatin, beraberliğin, hoşgörünün, özgürlüğün en güzeli ve en daniskası yaşanır. İsterseniz yakın tarihimize bir bakalım. Menderes, tarımda makineleşmeyi başlatarak, Demirel, köylere kadar giden elektrik ağını kurarak, Özal, telecommunication sistemini ve alt yapısını hazırlayıp bazı yasakları kaldırarak, Erdoğan, Anadolu kaplanları adı altında dinsel ve muhafazakâr sermayeyi palazlandırmak için kara, demir, deniz ve hava yollarında ‘projeler'i, doğayı ve insanları hiçe sayarak devreye sokmuştur. Sonuçta demokrasi taraftarlarının aklını çelmeyi Emperyal sermayenin distribütörlüğü altında başarmışlardır. Hoş bu partiler sıkıştıklarında ve düşüşe geçtiklerinde Özal'ı saymazsak sırasıyla Vatan, Milliyetçi ve Milli Cepheler kurarak halkı bölmüşler ve gerçek yüzlerini göstermek zorunda kalmışlardır. Sağ partiler, Türk-İslam Sentezinin gereklerini fazlasıyla yerine getirmişlerdir. Böylece bin yıldır %10-20 bandındaki oranlarını son 30 yılda %20-30 oranına çıkartmayı başarmışlardır.
Sağ partilerin oy oranı her ne kadar %65-70 olarak gözükse de bunun %30-35'i bizlere ait oylardır. CHP'nin Cumhuriyetin ilanından sonra ülke sorunlarına olan militarist yaklaşımı ve çözüm üretememesi, Türkiye halkının büyük oranda bu sağ partilere kaymasının başlıca nedenlerinden biridir. 12 Eylül öncesi milyonlarca devrimci-demokrat insanın hayal kırıklıkları faşist darbeyle birlikte konsolide edilip saha boşaltılmış ve siyaset, milliyetçi ve dinci kadrolara teslim edilmiştir. Öğretmenlerin %80'nini örgütleyen TÖS ve DÖB-DER, polislerin nerdeyse %80'den fazlasını bağrında toplayan POL-DER, hala bugün bile hırpalanmasına rağmen gücünü koruyan TMMOB ve diğer devrimci demokrat örgütler, özellikle de 15-16 Haziran 1970 de İstanbul Komününü kurmak için barikatları, karakolları bir bir aşan fakat kendine o zamanlar ‘devrimci' denen Silahlı Kuvvetlerinin üstün silah gücüyle durdurulan, sınıf bilincinde olmayan proletaryanın yüzbinlerle başlattığı başkaldırısını hatırlatmanın tam zamanı.
Şimdide imkânsızı gerçekleştirmek istiyorsak aşağıya bir göz atmamız gerekmektedir.
BİR ADIM GERİ BEŞ ADIM İLERİ
Ülkemizde, toplumun sorunlarına çare aramayan, kendileriyle hırlaşmayı demokrasi sanan, tarihlerine takılıp kalan bir yanda halka güven vermeyen Sosyal-Demokrat'ların devrimci kimliğe bürünememesi, sosyalist grupların da kitleselleşememesi, onları şimdilik alternatif olmaktan uzaklaştırmıştır. Geriye tek devrimci güç olarak Kürt Özgürlük Hareketi kalmıştır fakat onun da handikapları oldukça fazladır. Tüm eksiklik ve hatalarına rağmen bu hareket, devrimcilerin dayanak noktası ve Türkiye halkının-beyni yıkansa dahi- gelecekte etrafında toplanacağı yegâne güç olarak gözükmektedir. Ülkede devrim durumu yoktur. Fakat doğu da batının desteği olmadan devrime yürüyememektedir. Açıktır ki bugün eskisi gibi ülkeyi yönetemeyen bir devlet değil hükümet vardır. Aynı şekilde ülkemizde ki halkın önemli bir kesimi de bugünkü şartlarda değil, ne yazık ki eskisi gibi yaşamak istemektedir. Değil mi ki parlamento, seçimler, yasal örgüt vb. mevziler evrimin bize dayattıklarıdır. Ülkemizin batısındaki siyasi mücadelenin biçiminin aksine doğuda oldukça ileri ve sıcak mücadele tarzları devrededir. Sanırım kimse ülkenin dört bir yanına yayılan Gezi eylemlerinde direnenlerin Tomo'lara karanfil bırakmasıyla Kürt direnişçilerin Tomo'lara Molotof vb. araçlarla karşı koyması arasındaki derin uçurumu fark etmediğini söylemeyecektir. Doğudaki bu vb. mücadele biçiminin ülkenin batı yakasında hiçbir karşılığı yoktur. Doğrudur; kimliği için ayağa kalkan bir halkın bu yolda her alanda ilerlemesi kadar doğal ne olabilir. Ne var ki yerel seçimler dâhil tüm alanlar bu yol ve yöntem izlendiği için ülkenin Kürdistan dışında ki tüm kent yönetimleri (Mersin/Akdeniz ilçesinin özel durumunu burada hesaba katmıyoruz.). AKP, MHP ve CHP'ye bırakılmıştır. Tıpkı CHP'nin Kürt bölgelerini AKP'ye bıraktığı gibi.
Eğer İstanbul Belediye seçimini almak istiyorsak aşağıdaki koşulları yaratıp yürümenin tam zamanıdır.
1- HDP, her ne kadar Kürt Özgürlük Hareketinin forsa ettiği bir siyasi oluşumsa da Kürdistan'da ki çalışma anlayışının dışında siyasi mücadele biçimini yeniden düzenlemelidir. Eğer Türkiye Partisi iddiasını ve samimiyetini koruyor, dahası programın 10. Maddesindeki ilkeleri hayata geçirmeyi hedefliyorsa, Kürdistan da geçerli olan mücadele biçimleri ve sloganları yerine Türk-İslamcı devletin zehirlediği halkın, kendi doğru yoluna çekilmesi için gerekli siyasi rehabilitasyona başlamalıdır. BDP'de kadrolarını bu yönde eğiterek sürece yardımcı olmalıdır.
2- Kendisine en kötü zamanında el uzatan Sosyalist sisteme sırtını çevirip Kapitalizm de karar kılan genç Cumhuriyet, halkımızın çektiği eziyetlere ekonomik ve sosyal boyut katarak ülkemizin bugünkü hazin duruma düşmesinde önemli rol oynamıştır. Bu sorunların en fazla hissedildiği yer de İstanbul'dur. Örneğin İstanbul'un trafik ve ulaşım sorunu tüm çabalara rağmen çözülememekte sadece sorunlar hafifletilmektedir.* Özetle Projelerimizle, yaşayanların yaşam standartlarını yükseltebilir ve bunların kalıcı olmasını sağlayabiliriz.
3- Brezilya'nın Porto Alegre kentinde geliştirilen Katılımcı Bütçe uygulaması her ne kadar bazı belediyeler ve kapitalist sistem tarafından istismar edilse de halkı mücadeleye ve demokratik işleyişlere katmanın en iyi yolu olduğunu söyleyebilirim. Kent sakinleri semt semt toplanarak hem öncelikli hizmet sorunlarını, hem de bu hizmetler için gerekli bütçeyi kendileri oylayarak belirliyorlar. Bu sistem aynı zamanda Başkanların her türlü istismarının önüne geçebilmekte ve de kentin yağmalanmasında en önemli demokratik engel mekanizmasını oluşturmaktadır. Kentte yaşayanlara ulaşmamızı sağlayacak, onları refaha ve huzura kavuşturacak üçüncü stratejimiz budur diyebilirim.
Yukardaki izlenecek üç temel yöneliş, kimlik siyasetinin karşıtı gibi algılansa da ülkenin batı yakasında ilerlemenin, başarılı olmanın ve de Türkiye Partisi'ni yaratmanın olmazsa olmaz şartlarıdır. Yoksa % 5-10 bandının dışına çıkmak bir hayaldir. Eğer yukarıda ki yol ve yöntemleri izler ve bunları daha da zenginleştirebilirsek % 20-30'lara ulaşmak hayalken gerçek olabilecektir. Hatta iddia ediyorum ki İstanbul Kent yönetimini yukardaki izlenecek yolun yanında S.S. Önder gibi bir adayla almak daha da mümkündür. İnanmayanlar bundan önceki seçimde ANTALYA kent yönetiminin, %54 oy oranıyla başkanlığa oturmuş olan AKP'li Menderes Türel'den nasıl geri alındığının hikâyesini A.İ. Başsoy'un kitaplarından okuyabilirler.
İstanbul Yerel Yönetimini almak sadece kentin sorunlarının çözülmesi demek değildir; bu aynı zamanda kimlik sorunu dâhil ülkenin tüm açmazlarından kurtulması, halkımızın da refaha, huzura yürüyüşünün başlaması demektir. İşte o zaman bakın havai fişekler nerede patlayacak.
*Aynı şekilde su sorunu, her ne kadar 1990 yılında benim başını çektiğim ekibin hazırladığı BOLU MELEN ÇAYINDAN SU GETİRME projesi devrin Belediye Başkanı Sözen'e iletilmiş fakat onlar tarafından ellerinin tersiyle bir kenara itilmiş de olsa, bugünkü Hükümet buna dört elle sarılarak projelerle halkı yanına çekme stratejisinde başarıyla yürümektedir.
Yazarın Dİğer Yazıları
2.ci 'Allahın büyük lütfu' yaklaşıyor mu?
19 Şubat 2020Yüzbaşı İlyas Aydın: Devrimin iyileşmeyen yarası
23 Ocak 2020Ülkemizin sosyo-ekonomik, siyasi yapısı-1
26 Kasım 2019Aydınların Sefaleti
22 Ekim 2019Kitleleri birleştiren iki güç: Demirtaş ve İmamoğlu
19 Eylül 2019Erdoğan nereye koşuyor?
24 Temmuz 2019Devrimci hareketin can alıcı sorunu
13 Temmuz 2019İmamoğlu'nun cesareti nereden geliyor?
20 Mayıs 2019CHP: umut mu yoksa çaresizlik mi?
24 Mart 2019Erdoğan'ın (ve AKP'nin) krılma noktaları ve HDP
12 Mart 2019Bidon Kafalılar ve Chape varya Chape
27 Şubat 2019Allahsız Müslümanlar ve İslamcı Laikler -1
14 Şubat 2019Devrimci ve Sosyalist kamuoyuna
21 Haziran 2018Normal ve anormal insan profili
15 Kasım 2017Adalet Yürüyüşü ve Ortak Mücadele Anlayışı Üzerine
8 Temmuz 2017Ya biat ya mevt ya da ortak hareket!
4 Ağustos 2016R.T. Erdoğan'ın 12 Eylül'lünün sonu mu?
7 Temmuz 2016Türkiye'de sağ partilerin paradigması ve AKP'nin geleceği
9 Mart 2016Enseyi karartmak yok!
5 Kasım 2015AKP'nin düşüş eğrisi
26 Ekim 2015