"Almanca bilmezsiniz, bilseniz anlamazsınız belki ne dediğini ama hissedersiniz derinden. Bazen diz üstüne çöker dua edersiniz, bazen rakınıza meze olur, bazen şarap akar kadehlere... Veya bir sigara içimidir, gökte yıldızlar vardır, belki bir balkondur, belki begonvilli bir balkon, yaseminlerin sarıldığı bir balkon -kokusu gelir- belki göz pınarları nemlidir veya nemlenir.."
‘'Merhamet et Tanrım,
Akan gözyaşlarımın hatırına
Bak işte ağlıyor kalbim ve gözlerim huzurunda
Acı içinde
Merhamet et Tanrım
Akan gözyaşlarımın hatırına''
Önce yaylılar giriyor. Keman, tüm coşkusuyla, tüm hüznüyle karşılıyor bizi. Ve bir ses -ses demek yetmeyebilir-, başka bir boyuttan sesleniyor bize. Kelimeler... müzikle bezenmiş kelimeler... sesler... anlam buluyor herşey. Herşey... O birleşmede anlamlanıyor. Bilmediğim bir dilde, bir ‘şey' bambaşkalaşıyor. Alıyor beni... başka bir yere götürüyor ama nereye? Kimin umrunda ki? Sen, mekanı ve zamanı değiştirmişsin; bir atom ışıması! Bunu yapan, enstrümanlar ve ses... Ve tabii ki beste... Alto arya da bir ses; julia hamari, bize ‘bağışla beni Tanrım' diye sesleniyor, uzak diyarlardan. Biz anlamıyoruz bunu, belki Tanrı'yı da tanımıyoruz ama ‘bağışla' diyoruz. Ve akıyor... Bach, öyle bir vuruyor ki, öyle bir vuruyor ki en hassas yerimize... Acıyor... Bu acı, acı gibi değil ama. Bu acı bir ‘arınma' barındırıyor. İşte sanırım ‘müzik sanatı' dediğimiz şey böyle bir şey. Veya böyle olması gerekiyor. Huşu vermesi, başka diyarlara götürmesi, zamanı ve mekanı alt etmesi... Müzik tanımalanabilir mi? Hayır... Müzik yaşanır sanırım, ve Bach bize müziği yaşama şansı veriyor bu besteyle. Ve tabii orkestra ve tabii Julia Hamari...
Matthaeus Passion, 1727 yılında bestelenmiş bir Johann Sebastian Bach eseri. J.S.Bach'ın gün ışığına çıkan 2 passion'dan biri -4 passion yazdığı rivayet edilir. Almanya'nın Leipzig şehri dışındaki ilk icrası
1829 tarihinde Felix Mendelssohn tarafından yapılmıştır ve bu icra sonrası asıl ününe kavuşmaya başlamıştır. Rivayete göre bu eser, bir kasap dükkanında kese kağıdı yapılırken bulunmuştur. Başka bir rivayete göre ise bir Noel hediyesidir. Matta'nın bölümlerini içeren bu eser, kiliselerde Noel zamanı icra edilen eserlerin başında gelir. Kimi Hz. isa'yı bulur bu eserde, kimi ‘günah'larını, kimi o saf duyguyu. Bu alto aryayı dinlemek için İsa'ya inanmanıza gerek yok, Hristiyan olmanıza da, müzikten anlamanıza da... İnsan olmanız yeter, duygularınızın olması yeter. Ki belki de içinde İncil'den bölümler olan, Hz. İsa'yı anlatan bu passionu bu zamanki ününe kavuşmasını sağlayan besteci, piyanist ve orkestra şefi Felix Mendelssohn, ünlü Yahudi düşünür Moses Mendelssohn'un torunudur.
Matthaeus Passion'un ikinci bölümünde sahneye çıkar Erbarme Disch... Yakarır, acıtır... İliklerinize kadar hissedersiniz o yakarışı. Gururlu bir ‘yakarı'dır bu. Mağrur... Hepimizin hataları vardır, hepimiz hatalarımızın farkına varırız ve yüzleşiriz bir şekilde onlarla. Belki o yüzleşmedir bu. Eski sevgiliyle yüzleşme, metafizik bir aşk'a yakarma, annenizle, babanızla, arkadaşınızla... kim varsa o an, derininizde sakladığınız ne varsa... Onunla, oracıkta, o anda... Almanca bilmezsiniz, bilseniz anlamazsınız belki ne dediğini ama hissedersiniz derinden. Bazen diz üstüne çöker dua edersiniz, bazen rakınıza meze olur, bazen şarap akar kadehlere... Veya bir sigara içimidir, gökte yıldızlar vardır, belki bir balkondur, belki begonvilli bir balkon, yaseminlerin sarıldığı bir balkon -kokusu gelir- belki göz pınarları nemlidir veya nemlenir... Yani her şey buluşur, bu eserde belki... Sanat dedikleri budur belki; farklı duyguları, farklı inançları, farklı ‘rahatlama/arınma'... şekillerini bir araya getirir. Bir Yahudi ününe kavuşturur, Hristiyanlar klişelerinde çalar. Kimi şarap içer dinlerken, kimi rakı, kimi bira... kimi sadece oksijen solur. Sanat budur belki de... Sanatın bir örneği bu işte. İşte budur yaşamak!
Erbarme Disch: merhamet et! O çaresizlik hali sizi kuşatır -çaresizizdir bazen. Çare yoktur. Bazen mi, belki çoğu zaman. İşte o noktaya oturur bu alto arya. Ve belki de hafifletir çaresizliğimizi, yük alır bizden. Çünkü anlatır duygularımızı, çünkü biliriz bizden başka insanlarda var çaresiz olan. Çaresizliği paylaşmak... Kötü şeyler paylaşıldıkça azalır, güzel şeyler paylaşıldıkça artar... Yani bu paylaşım hali, başkasının halini görüp kendi halimize sevinme iğrençliği değil, bu yük alma hali. Yük atma hali. Belki de birçok filmde bu yüzden, arka fonda akmıştır, akıyordur bu alto arya. Belki o filmler bu parça var diye güzeldir, belki bu parçayı görebilecek bir beyin/duygu o filmi çekmiş diye güzeldir. Güzel, güzelle buluşur sanırım.
***
Yazdım, okudum, dinledim, tekrar baktım, tekrar okudum... biliyorum anlatamadım. Sanırım bu alto arya ve passion anlatılamaz. Belki abarttım biraz. Belki hakkını veremedim. Bilmiyorum. Bir dinleyin ve bana küfredin. Veya şarabınızla, rakınızla... duanızla, boş boş bakışınızla... o an yaptığınızla tadını çıkarın...
Ve anlayın,' bizim büyük çaresizliğimiz'i: Ethem'i vuranın eline taş çarpmasını, Ali İsmail'i arkadaşlarının dövmesini, Ahmet'in damdan güneş paneli atarken düşmesini, Berkin'in uykusunu, Medeni'nin sırtındaki makinalı kurşununu, Mehmet'in, Abdocan'ın acısını, yalan söylemeyenlerin sürgününü, Çarşı'nın karalanmaya çalışılmasını, ‘Bizans oyunları'nı, bir poşu için hapse atılanları, gaz bombasını hatta atom fiziğini, tomaları, akrepleri... kafamıza kadar gömüldüğümüz, nefes alamadığımız bilgi kirliliğini, gerçeği / doğruyu bilipte anlatamayışımızı... bir haber ekranında sinirden koltukta zıplamalarımızı... Alakasız kişilerin tv'lerde yorum yapışlarını, insanların acımasızlığını; bir karikatüristi (!) mesela.. veya Esma'ya ağlayanları, sadece Esma'ya... Hrant'a gülenleri, bordo maviyi kirletenleri... Griyi kirletenleri... Doğruları söyleyenlere yapılan saldırıları, insanlara, sitelere, sayfalara... görün ve anlayın, ‘bizim büyük çaresizliğimiz'i...
Ben sayamadım, siz anlayın... Ben eksik bıraktım, siz doldurun. Biliyorsunuz işte, görüyorsunuz. Elimiz kolumuz bağlı biraz biraz. Çaresiziz, biraz biraz. ‘merhamet et' i dinleyelim, Bach alır acımızı belki biraz biraz...
Hakka'ten çaresiz miyiz? Bunu da sorun... Her sorunun bir cevabı var ama. Cevapsız bırakmayın. Çaresiz miyiz?
kalender.nc@gmail.com
Yazarın Dİğer Yazıları
AKP bir gün düşecek, referandum bunun ne kadar hızlı olacağını söyleyecek sadece!
16 Nisan 2017Cinnet, III. Paylaşım Savaşı, Cennet!
26 Aralık 2016'Çok acı var, dayanamıyorum'
20 Mayıs 2016Ankara’da, Silvan’da, Reyhanlı’da.. hep bizim parmağımız var. Paris’teki katliamda da, Fransızların.
16 Kasım 2015Sıkıldım bu tekrarlardan.. Bu sistem yıkılmalı artık..
9 Ağustos 2015İç savaşın ayak sesleri
25 Temmuz 2015AKP'nin ölüm korkusu..
12 Haziran 2015Ben, benim 8 Haziran’ımı biliyorum. Ya siz?
26 Mayıs 2015Yaşasın 1 Mayıs! Her Yer Taksim!
30 Nisan 2015Hepimiz çok öldük bu topraklarda…
22 Nisan 2015Ağrı, HDP, Seçimler ve anlamsızlık
14 Nisan 2015Suriyeli aç çocuktan, Cizre'deki çocuklardan bahsetmeyeceğim..
25 Ocak 2015'bat dünya bat, iki gözün kör olsun da piyango bileti sat!'
8 Ocak 2015Vivaldi'nin ithaka'ya yeşil yolculuğu..
29 Ekim 2014Bir insanlık tragedyası: yaşamak veya ölmek
19 Ekim 2014Efendiler! Adalet hissiyatı yaralanmış halklardan korkun!
28 Mayıs 2014Henüz vakit varken.. İstanbul yakılıp-yıkılmadan önce
12 Mayıs 2014Bir kapak, Üç aday; Tek 'oyun'...
7 Aralık 2013Diktatatörler için aşk biter, nefret başlar
30 Kasım 2013Kan..kan.. sokaklardan akan..
15 Ekim 2013