Türk Gladyosu Barış Masasına oturmak istiyor

Selçuk Ş. POLAT

16 Mart 2013
Türk Gladyosu Barış Masasına oturmak istiyor

Paris'te 3 devrimci kadının öldürülmesi, Sinop, Samsun ve Hatay illerinde Ergenekon Milis Güçlerinin hareketliliği, bize iki noktanın altını çiziyor: Birincisi, Türk Gladyosunun Bölge Başkanlığının olduğu 3 il gerçeğini ve İkincisi ise *DÜŞÜK YOĞUNLUKLU BARIŞ sürecini engelleyemeyeceğini anlayan Ergenekon'un barış masasına oturma isteğini.

Bu gelişmeleri sağlıklı şekilde yorumlayabilmek için 2007 yılına, Erdoğan-Büyükanıt buluşmasına kadar gidip gelmemiz gerekiyor.

4 Mayıs 2007'de Erdoğan-Büyükanıt arasındaki buluşma öncesine baktığımızda;

Erdoğan'a yapılan sayısız suikast girişimleri, Darbe hazırlıkları, Ak Parti karşıtı Uyanış Mitingleri, 5 Şubat 2006 da Trabzon'da Rahip Santora'nın öldürülmesi, Büyükanıt ve diğer üst düzey komutanlar hakkında "Suç işlemek için çete kurduğu" savıyla iddianame hazırlayan Van Savcısı Ferhat Sarıkaya'nın 20 Nisan 2006 da meslekten tard edilerek avukatlık yapmasının dahi yasaklanması, Cumhuriyet gazetesine atılan bomba ve 17 Mayıs 2006 Danıştay saldırısı, 19 Ocak 2007 de Hırant Dink' in öldürülmesi, 18 Nisan 2007 de Malatya Zirve Kitapevinde 5 kişinin katledilmesi, 27 Nisan 2007 de A. Gül'ün Cumhurbaşkanlığı seçiminde Genelkurmay'ın irtica nedeniyle taraf olduğunu açıklaması ve Hükümete muhtıra vermesi vb. olayların yaşandığını görüyoruz.

Erdoğan-Büyükanıt buluşmasına neden olan gelişme ise 27 Nisan da Genelkurmay'ın Hükümete verdiği muhtıradır. Başbakan ve Hükümet buna karşı sert bir karşı koyuş sergileyerek Genelkurmay Başkanını buluşmaya davet etmiş fakat Büyükanıt birkaç gün telefonlara çıkmamıştır. ABD yetkililerinin baskısı ve Hükümetin beklenmeyen tepkisiyle sersemleyen Gladyo nihayetinde bir uzlaşma metniyle Büyükanıt'ı buluşmaya göndermiştir.

ERDOĞAN-BÜYÜKANIT BULUŞMASINDA VARILAN MUTABAKAT
Buluşmadaki kişisel argümanları biryana bırakırsak burada siyaseten anlaşmaya varılan 2 maddenin olduğunu görüyoruz:

1- Askerlerden hükümete yönelik hiçbir darbe, suikast, kitlesel eylem vb. bir harekât olmayacaktır.
2- Askeriyenin imaj ve onurunu zedelemeden salt Hükümete yönelik yasa-dışı girişimler kovuşturulabilecek. Milli Siyaset Belgesine bağlı ve o çerçevede kurulmuş olan askeri, yarı-askeri ve milis güçler bu kovuşturmanın kapsamı dışında olacaktır.

Buluşma ABD'nin ağır baskısıyla gerçeklemişti fakat adım atmak için henüz erkendi. Bu ara Büyükanıt'ın ihanet ettiğini düşünen Gladyo'daki fanatikler onu öldürmek için PKK'ya geçeceği güzergâhı sızdırdılar. 23 Mayıs'taki canlı bomba, Ankara Ulus' da birkaç saniye erken patladığı için Genelkurmay Başkanı kurtulmuştu. Polis atağa geçti, Ümraniye de emekli yüzbaşının koyduğu tahrip kalıplarına ulaştı. Danıştay saldırılarıyla ilgisi olduğu gerekçesiyle iki emekli yüzbaşı gözaltına alındı. Erdoğan ertesi gün (21 Haziran 2007) Genelkurmay'a giderek Büyükanıt'la olayları yöneten ‘Karargâh Evlerini' konuştu. Protokole uyulmadığını hatırlattı. Büyükanıt 27 Haziran'da çok acil olarak, Bolu'da Hükümetin ‘Karargâh Evleri'ne yönelik operasyon düzenlediğini görerek Darbe hazırlığı yapan İlker Başbuğ'un yanına gitti. Suikast tüfeğiyle Binbaşı F.E. tutuklandı. 29 Haziranda Dış İş. Bakanı A. Gül açıklama yaptı: "Birbirleriyle irtibatlı 4-5 oluşum var". 22 Temmuz Genel Seçimlerinde AKP %46,7 oy oranıyla iktidara geldi. 27 Temmuzda Erdoğan'a suikast MİT'in istihbaratıyla önlendi. Emniyet Güçlerine ağır silahların verilmesi hamlesi ise Genelkurmay tarafından savuşturuldu. Geriye sadece ABD yetkilileriyle anlaşma yaparak bunu dikte etmek kalıyordu. Bunun için ABD Başkanı Bush'la 5 Kasım 2007'de buluşma gerçekleşti. Bu buluşmanın tamamen gizli olduğunu, çevirmen alınmadığını ve bu görevi Egemen Bağış'ın yaptığını biliyoruz. Daha sonra Fehmi Koru'nun da açıkladığı gibi bu görüşmede Ergenekon'un Darbeci olan defterinin dürülmesi kararı çıkmıştı. Çünkü Büyükanıt'la anlaşma olmasına rağmen İ. Başbuğ'un koruduğu ve kolladığı yapı faaliyetlerine devam ediyordu. Dolayısıyla her an Erdoğan iktidarı alaşağı edilebilirdi. Hükümet ABD yetkililerin de onayıyla düğmeye bastı.

Sonuçta:

-O güne kadar Başçavuşlara bile dokunamayan ve Cum. Savcısının derdest edilmesine göz yuman Hükümet, bu buluşmadan sonra Generalleri ve Genelkurmay başkanlarını içeri almaya başladı. Bu durum, İstihbaratçı gazetecilerin yönlendirmesiyle Gladyo'nun (Ergenekon'un) dağıtıldığı, sol cuntanın tasfiye edildiği şeklinde lanse edildi.

- Görüldüğü gibi Ergenekon yani Türk Gladyo örgütlenmesi 24 Bölge Başkanlığı, 100 yakın silah deposu ve birimleriyle ve de binlerce insanın içinde olduğu yapısıyla varlığını sürdürüyordu.
Bu sonuçlar için şu iki çarpıcı yaşanmışlık her şeyi açıklamakta yeterli olacaktır sanırım.

Birincisi, Hırant Dink cinayetindeki azmettiricilere, soruşturma ve kovuşturmayı engelleyenlere tüm itiraf ve belgelere rağmen bir türlü dokunulamaması. Dahası, bu unsurların taltif edilerek daha üst makamlara getirilmesidir. (Uludere katliamının son soruşturma sonuçlarını hatırlayın.)

İkinci örnek sanırım daha da ilginç: Hasan Cemal 28 Şubat 2013 tarihli Milliyetteki yazında T. Z. Ekinci'nin mektubuna yer verir. Eski Özel Harekâtçı Ayhan Çarkın, 5 kişilik bir infaz timiyle Sevgili T. Ziya Ekincinin kardeşi Yusuf Ekinci'nin nasıl katledildiğini ayrıntılarıyla savcıya açıklar. Savcı hemen soruşturma açarak adı geçen katilleri tutuklar ve soruşturmayı genişletir. Heyhat! Savcı uzun sürmez görevden alınır. Vicdan sahibi Ayhan Çarkın dışında herkes tahliye edilir. İki yıldan beri dosya bekletilmektedir.

GLADYO (ERGENOKON) DİMDİK AYAKTADIR

Bu ilk bölümden çıkan sonuç şudur. AKP Ergenekon'u kaldırmış, yok etmiş falan değildir. Sadece ABD'nin çıkarlarını zedeleyen darbeci figüranlar içeri alınmış yargılanmaktadırlar. Tabi ‘sol' sosu da birçok masum insan işin içine katılarak ihmal edilmemiştir. Dolayısıyla Ergenekon diri, uyuyan, kırmızı, turuncu, beyaz, siyah ve diğer renkli, legal, illegal, yarı legal, İslamcı, cemaatçi, ülkücü ve cumhuriyetçi milis güçleri ve de Kırmızı Anayasasıyla dimdik ayaktadır. Eğer o darbe yapamıyorsa ona hayat veren ABD kanallarının tamamen tıkalı olmasındandır.
İşte bu güç önleyemeyeceği barış masasına güçlü şekilde oturmak istiyor.

2007 Mayıs ve Kasım Protokolünün Ak Parti iktidarı için bir dönüm noktası olduğunu hatırlatmak gerekirse: Bu tarihten itibaren AKP, devletin sadece hükümetini değil tüm birimlerini yönetme şansını elde etmiştir. Zaten bu tarihten sonradır ki toplumun dönüştürülmesi ve devletin şekillendirilmesi için birçok yasa hazırlanmış, anayasa referandumu yapılmış ve proje, 2014 Başkanlık, 2023 İslami Cumhuriyet ve 2071 Büyük Osmanlı olarak yenilenmiştir. Tüm bunları okuyup doğru sonuçlar çıkarabilmek için geçmişe kısa bir seyahate çıkmamız gerekiyor.
Önce dünyaya bakalım derim.

ABD'nin Kuzey bölgesindeki Kaya Tuzu-Şeyl Gazı çıkarma işindeki başarısından dolayı enerji sorununu önemli ölçüde çözdüğünü ve petrole olan bağımlılığını azalttığını görüyor, dünyada ve Orta Doğu'da farklı politikalar için adımlar attığına tanık oluyoruz. Obama işe, Suriye politikasına kendi içinden saldırıda bulunan askeri ve siyasi kadroları temizlemekle başladı. Çuvalcı General David Petreaus, NATO Yüksek Komutanı James G. Stravidis ve diğerleri. Bunlara Susan Rice ve Hillary Clinton da eklenince tablo belli olmuştu. Suriye'de ki İslamcı muhalif unsurlara ağır silahların verilmemesi ve Suriye Hava Kuvvetlerine uçuş yasağının konmaması da bu politikanın bir parçası. Ama en önemli gelişme Beşar Esad'ın şahsi dostu olduğu söylenen John Kerry'nin Dış İşleri Bakanı olması, Savunma bakanlığına Neo-Con'ların megalomanlığına karşı olan Chuck Hagel'ın ve CIA'nın başına da İslami Cihatçılığın desteklenmesi politikasını eleştiren, Selefiliğin ve Suudi Arabistan'ın ortadan kaldırılmasını savunan John Brennan'ın getirilmesiydi.** Tüm bunlar, enerji sorununu orta vadede çözen ABD Yönetiminin Orta Doğu'da yenilik peşinde olduğunu gösteriyor.

Bu pek yeni gelişmelerin ışığında şimdi de Türkiye'ye bakalım.
- Erdoğan liderliğindeki Hükümet, bu sürece ayak uyduracak adımları atmak için garip bir telaşın içine girmiş bulunuyor. Hatırlayın Sri Lanka gerillalarının sonu hatırlatılarak "Türk Milliyetçiliğini hallettik şimdi sıra Kürt milliyetçiliğinde" diyerek PKK ve yandaşlarını haritadan silmeyi amaçlamışlardı. "Teröristlerle bir daha masaya oturulmayacak. Kürt Sorunu diye bir sorun yoktur." diyen de Erdoğan'dı. 10 bine yakın insanın içeri alındığı, yüzlerce gerilla, asker ve sivilin öldürüldüğü bu sürecin sanki sorumlusu Erdoğan iktidarı değilmiş gibi şimdi de barış şarkıları ağızlarından düşmemektedir. Ne olmuştu da yüz seksen derece bir dönüş yaşanmıştı. Yoksa Erdoğan'ın başına kiremit mi düşmüştü.
-Kürt halkının acıları gerçekten derin ve büyüktü. Ama KCK türü bir örgütlenme ve kadınların inisiyatif rehberliğini yaratarak bu konuda önemli mevziler elde etmişlerdi. ABD, Orta-Doğu'da ki denklemleri yeniden kurarken PKK'nin silahlı gücüne artık tahammülü kalmadığını belirtmişti. Bu gelişmelere denk düşen formülasyon APO'dan Hükümete iletilince süreç de başlamış oldu. Apo barış teklifinde önemli revizyonlara gitmiş, onu, sadece AKP İktidarının değil, ABD Yönetiminin ve Türkiye toplumunun büyük bir çoğunluğunun kabul edebileceği bir noktaya getirmişti.

-Barışın bir numaralı engelleyicisi Türk Gladyo'su ise bu konudaki kaçınılmaz sonu fark ederek ‘ben de buradayım, benim de şartlarım var' demektedir. ABD'de ki Neo-Con'ların kankası Ergenekon, ABD Yönetimindeki yeni değişikliklerle birlikte kendisinin tümden tasfiyesi ihtimaliyle karşı karşıya olduğu korkusu içine girmiştir. 2007 Bush Protokolü sonucu Hükümetle dalaşan kadrolarını cezaevine yollayan bu Türk Gücü, elinden gelen tek iş olan terörle konuşmaktadır. Bu çıkışların anti-Kürtçülük üzerinden yürütülerek toplumda karşılık bulması da sağlanmış olmaktadır. Ne var ki bu karşılık, toplumun üzerinde kendiliğinden kitlesel bir çıkışa denk gelmediğinden Sinop, Samsun, Hatay vb. gibi güçlü olduğu illerde kendi sivil güçlerinin sokağa dökülmesiyle son bulmaktadır. Burada ki amaç esas olarak cezaevindeki kadroların salıverilmesini sağlamaktır. Tabi ki barışı engellemek ve varlık nedeni olan savaşın devamını sağlamak onun temel yönelişidir. Fakat konjonktürün kendisinden yana olmadığını da görerek barış sürecinden en az zararla çıkmanın yollarını aramakta ve örgütsel varlığının tehlike içinde olduğunu düşünmektedir.

AKP İKTİDARI AÇISINDAN BARIŞ ERGENOKONSUZ ZORDUR

Hükümet bir yandan Kürt kamuoyunu etkileme yönüyle; Apo'yla görüşmeleri, onun namaz kıldığını ve şimdiki AKP'lilerle okuldan arkadaş olduğunu ve Bülent Arınç'ın Diyarbakır belediye Başkanıyla sürdürdüğü ilişkileri servis ediyor, diğer yandan Türk kamuoyunu hazırlama yönüyle; Erdoğan'ın, "Generaller içerde fazla tutuluyorlar ve savaş kapasitemiz azalıyor" açıklamaları, idamı savunması ve Ersun Paşa'nın hastane ziyareti vb. ile süreci önceden yönlendirmeye çalışıyordu. Pekâlâ, Erdoğan ve ekibi üç yıl içerdekileri hatırlamadı da bu aşırı muhabbet şimdi neden? "Biz yargıya müdahale edemeyiz" dediklerini de hatırladığımızda buradan çıkan en özlü sonuç bana göre şudur: Düşük yoğunluklu da olsa BARIŞ Ergenekon'suz zordur. Tıpkı Apo'nun Kandil'siz barış yapamayacağı gibi.

Sonuçta Ergenekon, engelleme imkânının kalmadığı barış masasından kendi lehine sonuçlar istiyor. Erdoğan da onlara göz kırparak süreci akamete uğratmak istemiyor.
Bu ara: Tıpkı ölümü görüp sıtmayı kabullenmek zorunda kalanlar gibi düşük yoğunluklu bir barışa razı olduğumuz aşikâr. Pekâlâ, bu barış sonrası ülkemize gerçekten demokrasi geleceğini düşünenleriniz var mı? Barış sonrası Kürtler, Kürt oldukları için belki siyaseten ciddi bir sorun yaşamayacaklar. Fakat insan olarak ve emekçi olarak aynı garantinin olmadığını söylemek zorundayım. Yanılmak ne kadar güzel ne kadar hoş olurdu!

Demokrat ve sosyalistler mi? Onlar sanırım 12 Eylül'ün ve 1990 sendromunun lanetli etkisini üzerlerinden atmakla uğraşıyorlar. Çoğunluk Barış, azınlıktakiler ise Savaş Tanrısını Kürtlerin üzerine göndermekle meşgul.

--------
*DÜŞÜK YOĞUNLUKLU BARIŞ süreci sanırım ayrı bir yazı konusu.
**Bu konuda daha geniş bilgiyi Özgür Üniversite Sitesinde Thierry Meyssan'ın (Fransız entelektüel, Uluslararası İlişkiler profesörü.) Fikret Başkaya tarafından Fransızcadan çevirisini yaptığı makalesinden edinebilirsiniz.



Yazarın Dİğer Yazıları

  1. 2.ci 'Allahın büyük lütfu' yaklaşıyor mu?
    RAND RTE’yi uyarmış: ordu içinde orta kademelerde bir potansiyel var aman dikkat et diye! Zaten Erdoğan da bu uyarıyı almış ki gerekli çalışmalara çoktan başlamış bile .. Orduyu önce Kürtlerle…
  2. Yüzbaşı İlyas Aydın: Devrimin iyileşmeyen yarası
    Bu yazıda, eti budu belli ve bir türlü belini doğrultamayan Türkiye devrimci hareketinden sadece İlyas Aydın örneğini vererek sol içi şiddetin saflarımızda açtığı yarayı sergilemeye çalışacağım.  Yüzbaşı İlyas Aydın, 1970’lerde…
  3. Ülkemizin sosyo-ekonomik, siyasi yapısı-1
    Bir yanda sosyal bir inancı savunan Alevi kesimlerle, onların kafasını kesmeyi arzu eden İslamcı teröristler aynı apartmanlarda ikamet ediyorlar. Ülkedeki bölünmüşlük sadece ilerici-gerici ekseninde seyretmiyor. İkinci büyük bölünmüş etnisite üzerinden…
  4. Aydınların Sefaleti
    Aydınların Sefaleti
    22 Ekim 2019
    İştirakçi Hilmi’nin liderliğini yaptığı ve uğruna öldürüldüğü mücadelesine 100 yıl sonra dönüp baktığımızda acı bir gerçekle karşılaşıyoruz. Dönemi belirleyen iki hâkim sınıf partisinden biri olan Hürriyet ve İhtilaf Fırkası (H.İ.F.)…
  5. Kitleleri birleştiren iki güç: Demirtaş ve İmamoğlu
    Diktatörlüğe karşı olan bizler, bu iki liderin eksiklik ve kurumsal pozisyonlarını abartmadan, onların aidiyetlerini, ‘aşil topuklarını’ bilerek, İmamoğlu’nun ısrarlı ve ahkâm kesmeyen tavrını ve Demirtaş’ın seçimlerde izlediği ‘büyük tehlike için…
  6. Erdoğan nereye koşuyor?
    Erdoğan nereye koşuyor?
    24 Temmuz 2019
    Bu soruya doğru cevabı verebilirsek sanırım iktidarın geleceğini de az çok tahmin edebileceğiz. Erdoğan iktidarı, ekonomik kriziyle, siyasi alandaki terör severliğiyle, ideolojik düzeyde ortaçağ zihniyetiyle ve de örgütsel olarak her…
  7. Devrimci hareketin can alıcı sorunu
    Temel Demirer, son seçimde, boş oy atan Sibel Özbudun ve kendisinin tutumlarını açıklayan yazılarına yaptığım eleştiriye öfkeyle cevap vermiş. Öfke duygu demektir. Tartışmalarda bilgi ve mantık yerine duygular geçiyorsa, o…
  8. İmamoğlu'nun cesareti nereden geliyor?
    Niye seçime girip yasal gözükecek hileler ve atraksiyonlarla uğraşıyor ki? Kayyum atasın olsun bitsin! Demek ki bu oyunda karşılıklı güçler devrede. İşte bütün bunlar diktatörlüğümüzün Madein-NATO olduğunu gösteriyor. 23 Haziran,…
  9. CHP:  umut mu yoksa çaresizlik mi?
    CHP ve sağ tabanının gözünü açacak olan ise, ekonomik ve siyasi kriz anıdır. Özellikle Erdoğan’ın iktidarı kaybetme korkusuyla CHP’ye yönelmesi örneğin CHP’li belediyelere Kayyum ataması vb. adımları bu kitleyi devrimci…
  10. Erdoğan'ın (ve AKP'nin) krılma noktaları ve HDP
    AKP’ye diş bileyen kendi seçmenini tüm anti-Kürtçü politikalarına rağmen Millet İttifakını desteklemeye yönlendiren HDP’nin bu hamlesi, sosyalist hareketlerin çok ötesinde bir gelişmişliğe işaret ediyor. Bu bölümde esas olarak AKP yani…
  11. Bidon Kafalılar ve Chape varya Chape
    Yukardaki başlık; ezilen, horlanan ve sömürülen kitlelerin bir araya gelmemesi için yürütülen kampanyanın şifresi. “Bidon kafalılar, cahiller, göbeğini kaşıyanlar, her yeri pisletenler” vb. ajitasyonlarla halkın bir kesimi aşağılanmakta ve bu…
  12. Allahsız Müslümanlar ve İslamcı Laikler -1
    Gelinen noktada toplum giderek diyalektik ikili bir kamplaşmaya doğru akmaktadır. Bir yanda milliyetçi-ulusalcı-İslamcılar diğer yanda kadınlar, emekçiler, Aleviler, Kürtler, aydınlar, ötekileştirilenler ve demokratlar. Ülkemizdeki toplumsal ırmak ne yazık ki yüz yıldır…
  13. Devrimci ve Sosyalist kamuoyuna
    68'liler Birliği Vakfı başkanının açıklamasına cevap: Devrimcilik ülkemizde ezilen halkların yanında olmak demektir; onların haklı ve meşru isteklerini desteklemek, acılarına ortak olmak ve onlara yapılan zulüm ve katliamlara karşı durmak…
  14. Normal ve anormal insan profili
    Diktatörlerin ilk işi, yargıyı yani az-çok çalışan vicdanı söküp atmaktır. Onun yerine kendi hastalıklı, monolitik beyninin ürettiği her kararı aynen onaylayan bir vicdan mekanizmasını yani vicdansızlığı ikame ederler.  İnsanda, davranışlarını,…
  15. Ya biat ya mevt ya da ortak hareket!
    İslami kurallar acımasız ve kesindir: ya biat ya da mevt.. İşte o noktaya hızla yaklaşıyoruz! Tehlike içinde olanlar: emekçiler, çalışanlar, seküler, laik ve modern yaşamdan yana olanlar, Kürtler, Aleviler, aydınlar ve diğerleri.…
  16. R.T. Erdoğan'ın 12 Eylül'lünün sonu mu?
    Erdoğan sınıf tahlilinden uzak, çıkarlarının ona verdiği içgüdüsel pragmatizimle, İsrail'le Ortadoğu'da işbirliğine girerek ABD’yi yumuşatmayı, Bharara’ya baskı yapmasını, Rusya'dan özür dileyerek hem ekonomik iyileşmeyi hem de Suriye politikasını ABD çizgisine…
  17. Türkiye'de sağ partilerin paradigması ve AKP'nin geleceği
    Eğer ekonomik istikrar bozulur veya Ergenekon ittifakı parçalanırsa bu güçler hiç tereddüt etmeden yeni bir sağ partiye doluşmakta tereddüt etmeyeceklerdir. Demek ki aşağıdan yukarı kitlelerin Erdoğan iktidarını alaşağı edeceği bir…
  18. Enseyi karartmak yok!
    Enseyi karartmak yok!
    5 Kasım 2015
    AKP ve Erdoğan’ın sonu, İslami cumhuriyet yolunda ki telaşlı ve yanlış adımları ile kendi içlerinde ki kurtçuklar ve ekonomik kriz vasıtasıyla olacaktır. Ama bu sonu hızlandıracak, dolayısıyla, bizim ihtiyacımız olan ise,…
  19. AKP'nin düşüş eğrisi
    Anketlerde AKP’ye oy vereceklerin oranı %40 civarında gösteriliyor. Fakat aynı halk, Başkanlık sistemini, Suriye politikasını ve diğer hükümet icraatlarını %70 civarında bir oy oranıyla kabul etmiyor. Bu da onun bir…

ANALİZ

ANALİZFaşizm ve İç Savaş

Faşizm ve İç SavaşErdoğan- Bahçeli ikilisinin ya da Cumhur ittifakının ülkede iç savaşı da göze…